top of page

Ünlü Kürt Prof.H. Bektaş: Kürt çocuklarına fırsat tanındığında harikalar yaratırlar Ruken Hatun


Ünlü Kürt Prof.H. Bektaş: Kürt çocuklarına fırsat tanındığında harikalar yaratırlar Ruken Hatun Turhallı 2020/07/29 - 14:00 Söyleşi


Ruken Hatun Turhallı BasNews - Kürdistan’dan savaş ve zorunlu nedenlerle ayrılmak zorunda bırakılan Kürdistanlılar diasporada, dünya çapında harikalar yaratmaya devam ediyorlar. Diaspora’da Yahudi ve Ermenilerden sonra en fazla kendini küllerinden yaratan halk Kürtler. Kürtler kendilerini yeniden yaratmakla kalmıyor, dünya uygarlık sistemine entegrasyonlarını sağlayarak, dünyada bilim ve tekniğin öncülerinden olmaya devam ediyorlar. Bingöl’ün (Çewlik) Karlıova (Kanireş) ilçesine bağlı Peri (Çemê Pêrê) nehrinin kıyısında doğan Prof. Dr. Hüseyin Bektaş tıp alanındaki başarılarıyla dünya çapında kendinden söz ettirirken, onun başarılarından Kürtler olarak bizlerde onore oluyoruz. Prof. Dr. Hüseyin Bektaş diasporada edindiği tecrübelerden yala çıkarak Kürtler ve Kürt çocukları için şunları belirtiyor: “Avrupa’daki Kürt diasporasından edindiğim en önemli tecrübe, Kürt çocuklarının çok zeki ve özverili oldukları. Onlara fırsat tanındığında harikalar yaratırlar. Eğer kendilerine imkan tanınır ve savaş kültürünün yol açtığı asabiyet duygularının olmadığı bir ortamda yaşarlarsa, her alanda başarılı olabileceklerini ve dünya çapında eşit imkanlarda oluşan rekabet mücadelesinde başarılı olacaklarına inancım tamdır.“ Prof. Dr. Hüseyin Bektaş ile kendi kişisel başarı hikayesini, diasporada Kürtlerin durumunu, Kürdistan Tıp Kongresi’ni, Kürdistan Doktorlar Birliği’nin gerekliliğini, corona pandemisi sürecinde Kürtlerin durumunu, pandemi sonrası şekillenecek dünyamızda Kürtlerin konumunu konuştuk. Organ Nakli, Karaciger, Pankreas ve Onkoloji Cerrahisi konusunda tanınan ender Kürt Prof. Dr’lardansınız. Çok dilli, çok kültürlü batı medeniyetiyle entegre olmayı başarmış bir Kürt olarak bu başarı hikayeniz nasıl gelişti? Bize anlatabilr misiniz? Bugüne geliş hikayemin bilinmesi açısından sanırım çocukluk yıllarımın oluştuğu ortama dair kısa bir kaç hususa değinmekte fayda var. Bingöl’ün (Çewlik) Karlıova (Kanireş) ilçesine bağlı Peri (Çemê Pêrê) nehrinin kıyısında hayvancılık ve çiftçilikle geçinen bir ailede doğdum. Çocukken ailem okul kaydını yaptırmak için müracaat ettiğinde resmi nüfus kaydının  olmadığını öğrenen, kayıt dışı kuşakların yaratıldığı ortamda doğup büyüyen ve toplumsal ilişkilerin belirleyici rol oynaması sonucu nüfus müdürü Mehmet Bey‘in tahmini bir doğum tarihi vermesi sonucu eğitim yaşamına dahil edildim. İlçemizde birkaç memur ve orada konuşlanan 10 askeri personel haricinde kimse Türkçe‘yi bilmezdi. Böylesi bir ortamda Türkçeyi öğrenmek ve anlayabilmek üç yılımı aldı. Karlıova Lisesi’inde okurken yalnızca iki öğretmenin görev yaptığı ve bütün derslere onların girdiği bir ortamda liseyi bitirdim. Sanırım benim gibi Kürdistan’ın ilçelerinde eğitimini tamamlayan önemli bir kuşağın üniversite öncesi eğitimi bu şekilde sürmüştür. “Eğitimde fırsat eşitsizliğinin hakim olduğu Türkiye’de üniversiteye devam etme şansımın olmadığını bilerek Almanya’ya geldim“ Eğitimde fırsat eşitsizliğinin hakim olduğu coğrafyamızda edindiğim bu eğitim ile Türkiye’de üniversiteye giriş sınavlarında bir şansımın olmadığını bilerek, 1980 yılında Almanya’da işçi olarak çalışan babamın yanına gittim. Almancayı öğrendikten sonra 1983 yılında Tıp Fakültesinde öğrenime başladım ve 1990 yılında Tıp Fakiltesi’nden mezun oldum. Hannover Tip Fakültesi‘nde Genel Cerrahi anabilim dalında ihtisasım için asistan Doktor olarak çalışmaya başladım. Hannover Tip Fakültesi‘nin Genel Cerrahi ve Organ Nakli Ana bilim dalı o zamanlar dünyaca taninmiş Prof. Rudolf Pichlmayr başkanlığında, Organ Nakli ve onkoloji cerrahisi konusunda dünyada en tanınan hastanelerden biriydi. Organ nakli ve Karaciğer, Pankreas ve Onkoloji Cerrahisiyle ilk temasım böylelikle orada oldu. Orada ihtisasımı yaptım ve aynı zamanda Laboratuvarda yıllarca organ nakli konusunda experimental, bilimsel çalışmaları yaptım. Bu bilimsel çalışmalarımı uluslararası bir çok bilimsel dergide yayınladım ve Hannover Tip Fakültesinde 2002 yılında Doçent ve 2006 yılında da Profesör olarak öğretim üyeliğine başladım. Bu dönemde yaklaşık 500 Karaciğer, en az o kadar Böbrek ve Pankreas nakli yaptım. Onkolojik Vakaların sayısını bilmiyorum. Ama bu sayı sanırım binleri bulur.  Beş yıldan beride Bremen Devlet Hastanesi‘nde genel cerrahi bölümünün başkanlığını üstlendim. “Almanya‘da Kürtçe konuşmamı ve Kürdüm dememi yasaklayan olmuyordu “ Avrupa’nın çok dilli, çok kültürlü ve çok kimlikli ortamında kendi dilimi ve kültürümü yaşayabilme imkânına ilk kez sahip olmuştum. Böylelikle Kürt olmam, anadilimin Kürtçe olmasının utanılacak bir şey olmadığınının farkına vardım. Artık hiç kimse bana Kürtçe konuşmamı yada ben Kürdüm dememi yasaklamıyordu. Bunun ne kadar rahatlatıcı bir duygu olduğunu gördüm. Buradaki ilk okullarda çocukların nasıl rahat hareket ettiklerini gördüğümde şaşırmıştım. Bu çocuklar her sabah İstiklal marşını ve “Türküm, doğruyum, çalışkanım andını okumuyordu. Herkes gerçek kimliği ile kabul ediliyor ve burada yaşayan farklı halklar için ana dilde seçmeli eğitim dersleri veriliyordu. Bu ortamda Kürt çocukları Kürtçe anadili eğitimi alabiliyordu. Bunu yaşayabilmek için bir kaç kez bu ilk okullarda Kürtçe derslerine misafir olarak katıldım. Bu özgür ortamda ana dilimin öğretildiğini görünce çok duygulandım. “Gördüğüm deneyimlerden, Kürt çocuklarına eşit fırsatlar sunulduğunda dünya çapında başarılara ulaşabileceklerini gördüm“ Burada edindiğim tecrübelerden biride Kürt çocuklarının çok zeki ve özverili olduklarıydı. Eğer kendilerine imkan tanınırsa, savaşların ve çatışmaların bir sonucu olarak onlarda gelişen asabilik duygularının yok edildiği bir ortamda yaşarlarsa, eşit imkanlarda dünya çapında gelişen rekabet ortamında başarılı olacaklarına inancım tamdır. Savaşlar ve egemen ulus milliyetçiliği korkunç tahribatlar yaratır. Bu konuda özellikle Almanya’da, ırkçılığın insanları ve insanlığı nereye götürebileceğine yönelik olarak, Nazi Almanya’sında ırkçılığın yaratığı sonuçları her gün görebiliyorsunuz. Almanlar yapılan bu felaketin farkında olup bütün güçleriyle yeni kuşaklara tarihten ders almaları için ilkokuldan lise sona kadar eğitim veriyorlar. Diğer devletlerin ve halklarında, kendi geçmişleri ve bu günkü yapılarıyla yüzleşmeleri, bundan ders çıkarmaları kanaatimce çok gerekli. Bir grup Kürt doktorları olarak 2008 yılında bir araya gelerek Mezopotamya Tıp Kongresi adı altında bir oluşuma imza attınız. Kürt doktorları olarak hangi ihtiyaçtan hareketle böylesi bir oluşuma gittiniz? Bu çalışmalar nasıl gelişti? Biz Almanya’da yıllarca Kürdistan’in dört parçasından gelen Kürt doktorlarının kurduğu meslek örgütü olan “Kürt Doktorlar Derneğinde“ aktif olarak çalıştık. Kürt doktorlar olarak biribirimizi desteklemek ve egemen devletlerin aramıza ördüğü sınırları aşarak biribirimizi tanımak, yakınlaşmak için bir imkan yarattık. Hem mesleki hem de kültürel alanda biribirimize yardımcı olduk. Buna bağlı olarak Kürt asıllı hastaların tedavisinde dayanışma içinde olduk. Kürdistan Doktorlar Birliği’nin oluşumu Bu dönem böyle bir oluşumu daha geniş bir şekilde bilimsel bir çerçevede Kürdistan’in dört parçasından gelen Kürt doktorların bir araya gelebileceği Kürt dilinde yapılacak bir Kongre ile organize etmek istedik. Böylelikle Almanya‘dan ve Kuzey Kürdistan‘dan bir grup Kürt doktoru ile Güney Kürdistan’a gidip oradaki meslektaşlarımızla Duhok’ta, Hawler’de ve Süleymaniye’de bir araya geldik. Böylesi bir kongrenin yapılmasını karara bağladık.  İlk kongremizi Diyarbakır’da 2009 yılında gerçekleştirdik. Diyarbakır ve Bölge Tabip Odaları‘yla beraber kongremizi yaptık. Bu kongre bizim için bir ilkti. Dört parçadan ve diasporadan gelen Kürt doktorların bir araya geldiği, bilimsel sunumların Kürtçe olduğu bir ilk kongreydi. O zamanlar Ermenistan‘dan gelen yaşlı bir Kürt doktor sadece bu kongre heyecanına katılmak için dört gününü yollarda geçirdi. İlk Kürtçe sunumu dinlediğinde yüksek sesle hüngür hüngür ağlamaya başladı. Aynı duygusal durumu her türlü zorluklar ve hatta yaşam tehlikesini dahi göze alarak kongreye doğu ve Rojava Kürdistanı’ndan gelen doktorlarda da gördük. Doğu Kürdistan‘dan gelen bir Kürt doktor gece sınırı yaya geçerek önce Güney Kürdistan’a, daha sonrada Diyarbakır’a gelmişti. Yolculuğu sırasında yaralanmıştı. Aynı şey Rojava Kürdistanı‘ndan gelen meslektaşlarımızda da gördük. Bir kaç tanesi mayın tarlaları ve sınırdaki tel örgülerini aşarak gelmişti. Tel örgüden geçerken elleri yırtılmış ve kanıyorlardı. Buda insanlarımızın böylesi bir oluşuma ne kadar ihtiyacının olduğunu göstermişti. Bu bilimsel kongre ile hem Kürd dilini bilim dünyasına ulaştırdık hemde Kürt doktorları için bir ulusal kongre niteliğinde oldu. Şu ana kadar 9 Kongre gerçekleştirdiniz ve sizde bu oluşumun başkanlığını yaptınız. Şimdide bu oluşumun aktif çalışanlarındansınız. Bu çalışma kurumsallaşabildi mi? Bu alanda neler başarıldı ve hangi alanda sorunlar yaşanmakta? Bu güne kadar toplam 9 Kongre gerçekleştirdik. Son kongre geçen yıl Güney Kürdistan‘ın Duhok kentinde, Duhok İl Sağlık Müdürü Sayın Dr. Nezar Ismet’in Başkanlığı‘nda yapıldı. Bu kongre sürecinde savaşın ve IŞİD’in yarattığı tüm olumsuz koşullara rağmen yaklaşık 400 kişilik bir katılım oldu.   Diğer kongrelerimize yaklaşık 700 Kürd doktor ve bilim adamı katılıyordu. Kurumlaşma konusunda epeyce sorun yaşıyoruz. Bunda hem Kürtlerin kendi iç sorunları, hemde içinde yaşadığımız coğrafik koşulların etkisi var. Kongrelerimizle Kürt doktorlarının birliğini kurumsallaştırmak zorundayız. Ancak bu şekilde, bu kongrelerin bir geleceği olur. Yoksa tek tek insanların inisiyatifiyle bunu uzun süreli gerçekleştirmek mümkün değil. Kürtler eğitimli doktorlarda olsalar onları bir araya getirebilmek çok zor. Bu bizim kronikleşmiş ve kangrene dönüşmüş bir toplumsal sorunumuz. Bu nedenle 40 milyonluk bir halk yüzyıllardan beri ne yazık ki bu halde yaşıyoruz. “Kongrelerimizi istisnasız olarak kendi maddi imkânlarımızla yaptık“ Yasadığımız sorunlardan biri de kongrelerimizi istisnasız kendi maddi imkânlarımızla yapmış olmamız. Her Kürt doktor ya kendisi yada onun adına üyesi olduğu Tabipler Birliği‘nin (bu genelde Güney Kürdistan için geçerli) ödediği giriş ücretiyle katılıyor. Biz hiç bir örgütten, siyasi yada dini oluşumdan veya Belediyelerden maddi destek almadık. Bunu bağımsızlığımızı korumak için her zaman reddettik. Dünya çapında bu tür bilimsel kongreler genelde ilaç firmalarının açtıkları sergilerden alınan ücretle finanse edilir. Bizde bu imkân ne yazık ki yok denecek düzeyde. Kürdistan Bölgesi‘nde faaliyet gösteren ilaç firmaları ya Türkiye’den yada İran’dan geliyor. Kongremizde açacakları bir serginin onlara karşı adı geçen Devletlerin yaratabilecekleri güçlüklerden (İhale vermemek, sorgulamak, baskı…) korktukları için katılamıyorlar. Bu nedenle hiç bir siyasi yada dini oluşumla ilgisi olmayan bilimsel bir Kürt Tıp Kongresi, Kürtlerin yaşadıkları ülkelerin dolaylı etkisi altında kalıyor. Yani biz Kürt olduğumuz için bilimsel bir kongre dahi yapamıyoruz yada yapmakta zorlanıyoruz. “Güney Kürdistan’ın statüsünden dolayı buradaki özgür ortamda dört parça Kürdistanı kapsayan Kürdistan Doktorlar Birliğini oluşturabilmeliyiz“ Bugünkü koşullarda zaten kongreleri yapabileceğimiz tek yer Kürdistan Bölgesi. Bugünkü siyasi ortamda ne Kuzey Kürdistan’da, Doğu Kürdistan‘da nede Rojava Kürdistanı‘nında böylesi Kongreler yapma imkanımız yok. Son kongremizde Kürt doktorlardan oluşabilecek “Kürt Doktorlar Birliği’nin“ çatısı altında bir araya gelebilecek bir organizasyon için bir önerim oldu. Önerim: ‘‘Kürt Doktorları olarak, merkezi Hawler‘de olacak böylesi bir birliği kurup organize olmak zorundayız. Bu birliğe Dünyanın her tarafından Kürt doktorlar üye olabilmeli ve bu birlik politik olarak bağımsız bir mesleki ve bilimsel örgüt olmalı. Her doktorun ödeyeceği bir aidatla ekonomik bağımsızlığımızı koruyabiliriz ve korumalıyız.‘‘ Sonuçta Batı Dünyası‘nda çalışan her Doktor yaşadıkları ülkenin Tabipler Birliğine her ay aidatını ödüyor. Böylelikle bu doktor birlikleri kendi bağımsızlıklarını koruyabiliyorlar. “Kongremiz bilimsel bir mesleki oluşum“ Kongremiz bilimsel bir mesleki oluşum. Tek amacımız Kürt dilinde düzenlenen bir bilimsel kongreyle dünyanın her tarafından Kürt doktorları bir araya getirmek, bilimsel çalışmaları tanıtmak, tecrübe ve bilgi alışıverişiyle insanlarımıza sağlık hizmetini en iyi ve en modern yöntemlerle ulaştırmak, bilimsel çalışmaların Kürt coğrafyasında yayılmasını desteklemek ve kürt dilini geliştirmek. Bu kongreler sayesinde simdi dünyanın dört bir yanından ve Kürdistan‘in her parçasından Kürt doktorlarıyla ilişkilerimiz gelişti. Bu ilişkiler yalnızca mesleki ve bilimsel ilişkiler.  Hangi Kürt doktorunun hangi siyasi düşüncesi ya da dini inancı olduğu bizi ilgilendirmiyor.  “Biz Kürtler politikacı ve siyasetçileri çok olan, bilim insanları ve kalifiye kişilikleri az olan bir milletiz“ Kürtlerde politikacı ve siyasetçi çok fazla. Az olan bilim insanları ve vasıflı kişilikler. Benim düşünceme göre Kürtler artık zamana ayak uydurmak zorundalar. İtildikleri savaş ortamından kurtulmak zorundalar. Ben Kürt halkının geleceğini ancak bilim ve ekonomi alanındaki başarılarıyla belirleyebileceğini düşünüyorum.  “Kürt Partilerinden dolaylı olarak iyi niyetli bir yaklaşım gördük“ Kürt partilerinin bize karşı tavrına gelince, sunu söylemek gerekirse bu güne kadar hiç bir Kürt Partisi yada dini oluşum bizi ne destekledi nede karşı çıktı. Hepsinden dolaylı olarak iyi niyetli bir yaklaşım gördük.  Tek tek kişiler bazen bizi bazı siyasi çevrelerin kucağına atmak istediyse de biz kongreyi örgütleyenler, bunu her kongrede engelledik ve siyasi bir oluşum olmadığımızı, yalnız ve yalnızca bilimsel bir mesleki oluşum olduğumuz konusunda ısrarcı olduk. Almanya’da, İngiltere’de Türkiye‘de Tabip odaları meslek örgütleridir ve hiçbir siyasi partiye bağlı değillerdir. Bu Kürdler içinde geçerli olmalıdır. Özellikle bilimsel Tıp Kongrelerinin politika ile hiçbir ilgisi yoktur. Orada kanserin tedavisi, Organ nakli, enfeksiyon hastalıkları, kalp, çocuk, kadın hastalıkları konuşulur, politika değil. Dünyayı sarsan bir coronavirüs pandemisi yaşanıyor. Devletler bile bu pandemi karşısında zorlanırken, size göre devletsiz Kürdler bu pandemi sürecinde neler yaşadı ve nasıl bir sınav verdi? Yeni tip Coronavirüs şu an tüm dünyada yayılmakta. Resmi adı “SARS-CoV-2” olan bu virüs neden olduğu solunum yolu hastalığına “Covid-19” deniliyor.  Bu Pandemi tüm dünyayı ve ekonomileri sarstı ve sarsmaya devam ediyor.  Bugüne kadar yaklaşık 600.000 Kişi hayatını kaybetti. Enfeksiyon damlacık yoluyla veya doğrudan temasla bulaşıyor. Doğrudan insandan insana mukozadan (sümük dokusu) veya dolaylı olarak ellerden de bulaşabilir. Hafif hastalık seyrinin yanı sıra ateş, öksürük ve nefes darlığı veya nefes tıkanması, kas ve baş ağrısı oluşabilir. Ağır seyreden vakalarda akciğer enfeksiyonuna sebep olabilir. Özellikle yaşlı ve kronik hastalığı olan kişiler o nedenle büyük bir risk altındadırlar. Çocuklarda hastalık belirtileri belirgin dereceden daha azdır. Enfeksiyonun bulaşmasının ardından hastalık belirtilerinin ortaya çıkışının 14 günü bulabileceği varsayılmaktadır. Bir kişinin yeni tip Coronavirüs ile enfekte olup olmadığı ancak laboratuvar testi ile kesin olarak tespit edilebilir. Enfeksiyonun, böylesine kolaca dağılabilmesi ve özellikle de yaşlı ve kronik hastalığı olan insanlarda çok ağır seyreden ve ölüme kadar götürebilen tehlikeli bir hastalık durumuna getiriyor. Kürdlerin bu Pandemiyi nasıl yaşadığı, nasıl bir sınav verdiği meselesi zor cevaplanacak bir soru. Sonuçta Kürtler ancak yaşadıkları ülkelerin kendilerine tanıdıkları imkanlar dahilinde bu sınava tabi olabildiler. ilk süreçlerde 4 parça Kürdistan’da halk doğal sosyal tecrit yöntemiyle süreci atlattı. Ancak tedbirlerin biraz gevşetilmesiyle birlikte Başta Kuzey Kürdistan, Doğu Kürdistan ve Güney Kürdistan’da coronavirüs pik yaptı. Bu yükselişte, hakim devletlerden kaynaklanan boyut ile halktan kaynaklanan yönler neler oldu? Doğu Kürdistan ve corona pandemisi İran Cumhurbaşkanı son açıklamasında, İran’da 25 Milyon insanın enfekte olduğunu söylüyordu. Buda İran’da yaşayan İnsanların 1/3‘ünün bu hastalığı geçirdiği anlamına geliyor. Bu İran’da yaşayan Kürdler içinde geçerli. Yani İran‘da 8 Milyon Kürt yaşıyorsa, bunların 1,5 milyonunun bu hastalığa kapıldığı anlamına gelir. Kürdler bunu nasıl yaşadı, hastalıktan ölen Kürdlerin sayısı hangi düzeyde, bunu tahmin etmek çok zor. Zira bu konuda güvenilir veriler yok. Ama bence örneğin, İran’daki ekonomik ve siyasi durum göz önüne alındığında bu sayının oldukça yüksek olduğunu düşünebiliriz. Kuzey Kürdistan ve corona pandemisi Kuzey Kürdistan’da sağlık sistemi İran’a göre belki daha gelişmiş ve hastaların hastanelerde tedavi görme imkânları dahi iyi. Ama orada da çok yüksek bir sayıda enfeksiyon ve ölümün olduğu söz konusu. Son alınan haberlerde, yalnızca Diyarbakır’da günde 200 yeni vakanın olduğu söyleniyor. Hastanelerde artık yer olmadığı dile getiriliyor. Güney Kürdistan ve corona pandemisi Güney Kürdistan Hükümeti Pandeminin ilk gününden itibaren son derece sıkı önlemlerle uzun süre enfeksiyon oranın düşük kalmasını becerdi. Bu doğal sosyal tecrit yöntemi bayağı etkileyici oldu.  Ancak tedbirlerin biraz gevşetilmesiyle birlikte enfeksiyon oranı tekrar yükseldi. Rojava Kürdistanı ve corona pandemisi Rojavada mevcut koşullar, sağlıklı ve güvenilir herhangi bir yorum yapmamıza elvermiyor. Ama koşullar göz önünde bulundurulduğunda dururumun pek iç açıcı olamayacağını düşünüyorum. Sonuçta Avrupa ve Amerika gibi dünyanın en zengin ve gelişmiş ülkelerini dize getiren pandeminin Kürtler için çok  daha ağır sonuçlar doğurduğu ve doğuracağı bir gerçek.  Bizim açımızdan kendimizin etkileyebileceği bazı kültürel, toplumsal tavır ve davranışlarımızla Pandeminin yayılmasını engellemek konusunda değerlendirme yapmamız bence önemli. Yani biz camilerde, cemevlerinde, zikuratlarda değilde evimizde ibadetimizi yaparak, mevlitleri erteleyerek, taziye ziyaretlerine gitmek yerine bir mesaj atarak yada telefonla baş sağlığı dileyerek, düğünleri yalnızca aile içinde ve Pandemiden korunma kuralarını dikkate alarak örgütleyebilirsek, enfeksiyonun dağılmasını önleyebilir yada an azından olumlu etkileyebiliriz. Kürdlerin toplumsal yapılanması ve genetik yapısının Coronavirüse tepkisi sizce nasıldır? Biz toplum olarak, ağırlıklı az eğitim görmüş, ve bu nedenlede bazı tehlikeleri öngörmediğimiz, tanımadığımız ve tahmin edemeyeceğimizden kaynaklanarak Pandemiyi pek ciddiye almıyoruz diye düşünüyorum. Kahvehanelere gidip korumasızca oturup, ya da ibadetlerimizde, ilişkilerimizde korunma kurallarına dikkat etmeyerek virüsün dağılmasına yardımcı olabiliyoruz.  Kuzey Kürdistan’ da Virüsün yayılmasında en fazla rol oynayan şey kalabalık yerlerdeki davranışlar oldu. Yani toplu taşıma araçlarında, camilerde, taziye törenlerinde, aile eğlencelerinde vb. koruma kurallarını ciddiye almamamızdan kaynaklı epey sorun yasandı ve virüs hızlı dağıldı. Sonuçta Kürtler‘in toplumsal yapılanmalarının virüsün dağılmasında bir olumsuz etkisi olduğu açık bence.  Bu konuda yapabileceğimiz çok şey var.  Ama halka nasıl ulaşacağız, bu bilgileri onlara nasıl ileteceğiz, bence bu bir sorun. Bu sorun Kürdistan Bölgesi‘nde olmazsa da Kürdistan’ın diğer parçalarında ne yazık ki bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.  Kürtlerin genetik yapısı konusuna gelince, bence böyle bir şeyi düşünmek dahi yanlış. Kürdlerin hepsinin genetiğinin aynı olduğu gibi bir şey söz konusu değil. Bizim coğrafyamızda o kadar çok halk ve ulus gelip geçti ki, bir “Kürd genetiğinden“ yola çıkmak yanlış olur. Kürdistan’da coronavirüsün gelişmesi sürecinde halk psikolojisine etkisi nasıl oldu? Tarih boyu hep zorluklarla, savaşlarla hayatı geçen halkın, ‘savaş bizi yok edemedi corona mı bizi yok edecek’ yaklaşımını nasıl buluyorsunuz? Dediğim gibi, bence sorunun temeli psikolojiden ziyade düşük eğitim seviyesi ve yetersiz yada yanlış bilgilendirmeden kaynaklanıyor. Yanlış bilgilendirmenin en güzel örneğini Amerika Birleşik Devletleri ve Brezilya’ da gördük. Devlet yöneticileri korunma kurallarına uyarak örnek olacaklarına tam tersini yaptılar. Buda on binlerce insanın hayatına mal oldu.  Eğer Kürdler gerçekten sizin dile getirdiğiniz gibi düşünüyorlarsa, bu yanlış bir tavır elbette. Bir salgın hastalığı savaşlarla kıyaslamamak lazım. Virüs salgınına karşı bu güne kadar etkin bir ilaç halen bulunamadı. Sonuçta bugüne kadar dünya çapında nerdeyse 600.000 kişi bu virüs salgınından hayatını kaybetti. Daha nereye kadar gideceğide bilinmiyor halen. Diaspora Kürtleri coronavirüs karşısında nasıl bir sınav verdi ve ne tür zorluklar yaşadı bu alanda? Avrupa’da yasayan Kürdler‘de yaşadıkları ülkelerin belirledikleri kurallara uymak zorunda. Ama kültürel ve toplumsal davranış tarzlarımız elbette bu konuda da etkili oldu. Örneğin kısa bir süre önce Almanya’nın Göttingen kentinde özellikle yabancı kökenlilerin yasadığı bir mahallede, Ramazan Bayramı‘ndan sonra çok büyük oranda enfeksiyon tespit edildi. Bunların içinde Kürt asılı çok kişi vardı. Yani Avrupa’da yaşıyor olmamız bizim eğitim seviyemizi anında yükseltmiyor. Bayramlaşma ile enfeksiyonu dağıtacağımızı çok çabuk unutabiliyoruz. “Almanya coronavirüs ile mücadele için 20 dilde pankartalar yapıp dağıttı, Kürtçe konusunda demokratik davranmadı“ Alman devleti yabancı kökenli insanları bilgilendirmek için 20 dilde broşürler ve pankartalar yapıp dağıttı. Kürtçe broşürleri çıkarma konusunda onlarda demokratik davranmadılar ve Kürtçeyi bu listeye almadılar. Ama bunun farkına varan bir çok kuruluş bunu kabul etmeyip tüm bu broşürleri Kürtçeye çevirip milyonlarca baskı ile tüm Almanya çapında dağıttı.  Yani Kürd coğrafyasını elinde tutan devletlerin etkisi Avrupa’da görünüyor ve bu etkiyi bizlerde burada da yaşıyoruz. Coronavirüs Pandemisi, hayat tarzlarımızı nasıl etkileyecek ve nasıl bir sisteme doğru evrilmiş olacağız?  Genel anlamda Kürt dünyası için coronavirüs pandemesi için neler söylemek istersiniz? Bence artık globalleşmiş bir dünyada bu tür enfeksiyon hastalıklarıyla sık sık karşılaşacağız. Bir ülkeden diğer bir ülkeye, bir kıtadan diğer bir kıtaya gitmek bir kaç saat içinde mümkün. Bu imkanlar aynı zamanda enfeksiyon hastalıklarınızda bir anda dünyanın bir köşesinden başka bir köşesine çok kolaylıkla taşıyabilmenize imkan sağlıyor. O nedenle insanlık olarak yaşam tavrımızı ve toplumsal yaşamımızı yeniden değerlendirmemiz gerekiyor. İnsanlar yüz yıllardan beri aldıkları kültürden kaynaklanan davranışlarını, toplumsal ilişkilerini gözden geçirmek zorunda. Aynı zamanda doğayı koruma, su, besin ve enerji kaynaklarının ölçülü ve ileriye yönelik kullanmak artık zaruri bir koşul haline gelmiş durumda. Zira böyle davam edersek sanırım bir kaç kuşak sonra gözümüz doymadığından hep daha fazla, daha büyük, daha geniş demekle kendi dünyamızı ve yaşama ortamımızı yok edeceğiz. “Kürdler olarak kültürel ve toplumsal davranışlarımızı gelişecek yeni ortama adapte etmek zorundayız“ Bu denklemde Kürdlerin yeri nerede?  Biz Kürdlerde, kültürel ve toplumsal davranışlarımızı bu yeni ortama adapte etmek zorundayız. Yani taziye toplantılarını, bayramlaşmaları, ibadetleri, düğün ve diğer eğlenceleri, konserleri alışılagelmiş gibi yapmaya devam edemeyiz. Yukarıda değindiğim koruma kurallarını tüm yaşamımıza uygulamayı öğrenmeliyiz. Elbette bu uzun sürecektir ama bence bunu kabul etmemiz ve özümsememiz gerekli. Ama şansımız olurda bir aşı bulunur ve Kürtlerde tümüyle aşılanma imkânına sahip olurlarsa durum değişir elbette. Kürtler dünyadaki değişimin neresinde olacak, kendilerini nasıl konumlandırmalıdırlar? İnsanlığın içinde bulunduğu çerçevede bence Kürdler, yaşamak zorunda kaldıkları toplumsal, siyasi ve politik ortamdan kaynaklanan verilerden, özellikle daha zor koşullara maruz kaldılar. Ülkemizdeki savaşlar, bizi ülkemizi terk edip başka yerlere göçe zorladı.  Kürdlerin yaşadığı devletler, Kürdleri asimile etmek, ülkelerini boşaltmak için ellerinden gelen her şeyi yaptılar ve yapıyorlar. Kuzeyde artık Kürt illerinde dahi gençler arasında Kürt dilini konuşacak insan bulmak zor duruma geldi.  Genç kuşak kendileriyle Kürtçe konuştuğunuzda, “anlıyorum ama konuşamıyorum“ diye cevap veriyor maalesef. “Ben asimilasyonu en büyük Jenosit, en tehlikeli toplu katliam olarak görüyorum“ Ben asimilasyonu en büyük Jenosit, en tehlikeli toplu katliam olarak görüyorum. Bir halkı silahlarla fiziksel olarak katletmeye kalksanızda bunu tümüyle beceremezsiniz. Ama asimilasyonla bunu rahatlıkla yapabilirsiniz. Kürtleri baskı altında tutan devletler bunu çok iyi biliyor ve kürdleri asimile etmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar.  Sözüm ona Kürt dostu Türk aydınları dahi Kürtlere, ‘‘Bakın Kürt kimliği size  sorun yaratıyor, gelin vazgeçin bu kimlikten, Türküm deyip daha rahat bir yaşama ulaşmanız mümkün‘‘ diyorlar. Yasadığımız 21. Yüzyılda 40 milyonluk bir halkın dilini, kültürünü yok etmek anlaşılır bir şey değil. Ama ırkçılık ve hırs insanları bir canavara dönüştürebiliyor ne yazık ki. “Kürtler‘in hayatta kalmak için tek şansları var oda kendi kimliğine sahip çıkmaları“ Biz Kürdler bu güne kadar her şey olduk ama hiç bir zaman Kürt olamadık. Ümmetçi olup tüm İslam dünyasını kurtarmak için canımızı verdik, veriyoruz. Sosyalist, komünist olup dünyadaki tüm ezilenlerlerin hakları için savaşıyoruz. Enternasyonalist olup Ortadoğu konfederasyonunu kuruyoruz. Bazen biz Kürtlerden başka bu dünyada enternasyonalist olan başka bir halk daha yok diye düşünüyorum. Coğrafyamıza hakim devletler politikalarıyla bizi dünyanin tek enternasyonalist halkı yapmış. Işin ilginç tarafı kendileri de ultra nasyonalist kalmışlar. Biz Türkiye‘de, Irak’ta, İran’da ve Suriye’de demokrasi savaşçısı olup Türk, Arap ve Acem  halklarına demokrasi getirmek için çalışıyoruz ama kendi dilimizi, kültürümüzü, ülkemizi koruyamıyoruz. Eğer biz kendi kimliğimize sahip çıkamaz ve bu asimilasyonu engelleyemezsek, bir geleceğimiz de olamayacak. “Kürtlerin milliyetçiliği hayatta kalma şansıdan başka bir şey değildir“ Sözlerimi kimileri milliyetçilik diye eleştirebilir. Dedim ya biz dünyanın tek enternasyonalist halkıyız ve kimliğimize sahip çıkmayı ümmetçi olmamızdan, sosyalist olmamızdan kaynaklanarak gericilik milliyetçilik olarak görüyoruz. Ama şu unutulmamalı ki Kürtler için biraz milliyetçi olmak, hayatta kalma şansıdan başka bir şey değil. Yani biz kendimize Kürdüm demekle, Kürtlerin haklarını savunmakla, dilimizi korumakla kimseye zarar vermiyoruz, kimsenin ülkesini işgal etmiyoruz, kimsenin dilini kültürünü yasaklamıyoruz. Bizimki yalnız ve yalnızca yaşamda kalma mücadelesi. Bence Kürtler diğer halkların haklarına saygı duyan ender halklardan biri. Bakın Kürdistan Bölgesi‘ne, Rojava‘ya; orda Türkçe, Arapça, Keldanice, Asurice vb resmi diller ve bu halkların unsurları ana dilde eğitim hakkına sahipler. Bu hakları resmen tanınıyor ve parlamentoda kendi kimlikleri, kendi partileriyle resmi temsilcileri bulunabiliyor. Gönül isterdiki Kürtlerde Türkiye’de, Iran‘da, Suriye’de bu tür haklara sahip olabilsinler. “Kürtlerin eski siyasi ve toplumsal yapılarındaki etkin aşiretçilik yerini particiliğe bıraktı“ Peki Kürtlerin kendi siyasi ve toplumsal durumları nasıl? Kürlerin eski aşiretlerinin yerini “siyasi“ Partileri aldı. Bu siyasi partiler Kürt halkının genel sorunlarını görmezden gelerek bir çok şeyi kendi partilerine, kurumlarına indirgediler. Ya sen A, ya da B-Partisindensin ya da Kürt değilsin misali. Önce Parti, sonra din ya da mezhep en sonunda belki Kürtler ve Kürdistan geliyor. Bu sıralamayı yapan başka bir halk tanımadım ben. Ülkenin geleceği söz konusu oldu mu dünyadaki her devlette, her ulusta tüm partiler kendi özel çıkarlarını arka plana atar ve ulus çıkarları için çalışırlar. Ama Kürtlerde çoğu zaman durum tam tersi oluyor maalesef. Önce Parti ya da dini çıkarlar, sonra kişisel çıkarlar ondan sonra kapasite varsa Kürtler ve Kürdistan geliyor. Elbette bu benim kişisel algılamam. “Kuzeyde ve Rojava Kürdistanı‘nındaki zorunlu göçler ülkemizin demoğrafik yapısını değiştiriyor“ Kuzeyde ve Rojavadaki zorunlu ve savaştan kaynaklanan göçler ülkemizin demografyasını değiştirdi, değiştiriyor. Hakim devletler uzun mesafeli ve geleceğe yönelik politikalar eşliğinde boşanan bu bölgelere Arap, Fars, Türk yada cihatçı unsurları yerleştirerek Kürt coğrafyasının demografisini değiştiriyor. Bakın Efrin’e %90 Kürtlerden oluşan bu şehirde bugün Kürtler azınlık durumuna düştü. Bugün İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Mersin’ de vb.kentlerde yaşayan milyonlarca Kürd asimilasyona mahkumdur. Bu Kürtlerin çocukları en geç iki, üç nesil sonra tümüyle asimile olmuş olacaklardır.  Coğrafyalarında halen yaşayan Kürtlerin bir kesimi ise özellikle savaş ortamından ve hakim devletlerin ağır propagandası sonucu, yine bazıları ekonomik çıkarları nedeniyle devletlerin ve onların siyasi partilerinin yandaşları durumuna gelmiş durumda. Burada yalnızca devlet politikalarının planlı sonuçlarını değil, Kürt partilerinin de oldukça büyük hatalarının olduğunu düşünüyorum.  Kürtler geleceklerini göz önünde bulundurarak uzun mesafeli düşünmeli ve ona göre politika yaratmalı ve planlı, düzenlenen provokasyonlara gelmemelidirler. Bu provokasyonlara gelmenin bedeli Kürtlere çok pahalıya mal oluyor ve daha da olacaktır. “Kürtler yaşadıkları ülkelerdeki halklarla ilişkilerinde dillerini ve kimliklerini koruyarak beraber yaşamanın yollarını bulmak zorundalar“ Kürtler yaşadıkları ülkelerdeki halklarla birlikte, kendi kimliklerini koruyarak ve haklarına sahip olarak berber yaşamanın yollarını bulmak zorundalar. Bu anlamda, yüz yıllar sonra Kürdistan Bölgesi‘nde ağır bedellerle elde edilen özgür bölgeye sahip çıkmalı ve onun daha da gelişmesi için elinden gelen her türlü yardımı yapmalıdırlar. Güney Kürtlerinin de üzerine düşen bu büyük sorumluluğun bilinciyle hareket edip dar parti ve kişisel çıkarlarından uzak kalarak, Kürt halkı için bir bütün olarak geleceğe yönelik  politikalar yaratmaları kaçınılmazdır. Kürdistan Bölgesi Hükümeti ve Parlamentosu diğer parçalarda yaşayan Kürtlere imkânları dahilinde sahip çıkmalı ve Kürt halkının geleceğine yönelik politika geliştirmelidir.  Sonuçta Kürtler toplumsal olarak tarihten ders almalı ve devlet mantığıyla geleceğe yönelik strateji geliştirmeli, uzun mesafeli düşünmeli ve kimliklerine, coğrafyalarına sahip çıkmalıdırlar.  Dilimiz kimliğimizdir.  Dilimizi unuttuğumuzda kimliğimizde kaybetmiş olacağız.

 
 
 

Comments


Yazı: Blog2_Post

Abonelik Formu

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

©2020, Gazetecilik tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page