top of page

Tarık Ziya Ekinci: Kürdistan’da parçalar bazında çözüm geliştirilmeli Ruken Hatun Turhallı 2020/07


Tarık Ziya Ekinci: Kürdistan’da parçalar bazında çözüm geliştirilmeli Ruken Hatun Turhallı 2020/07/27 - 09:19 Söyleşi


Ruken Hatun Turhallı BasNews – Dr. Tarık Ziya Ekinci, Türkiye ve Kürdistan siyasetine 70 yılı aşkın hizmet etmiş, bu toprakların ender yetiştirdiği, bilge şahsiyetlerdendir. Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) kurucu üyesi… Ekinci, partide gelişen ilk siyasal Kürt grubunun oluşmasına da öncülük etti. Sosyalist politikacı Ekinci, Kürt Hareketi için 1938-1946 dönemlerini ‘’ölü dönem” olarak niteliyor. Kendisi de bundan sonraki dönemlerde siyasete atılıyor. Türkiye siyasetinde öncülük düzeyinde rol alan ender Kürt politikacılarından. Dr.Tarık Ziya Ekinci’nin mücadelesinden edindiği deneyim ve birikimleri, Kürtlerin ve ağırlıklı olarak Kürt siyasal hareketlerinin gerek kendi içinde, gerekse dışarda yararlanmaları için büyük zenginlik arz etmektedir. Sizi tekrardan onunla buluşturmak için bu röportajı gerçekleştirmek istedik. Sağlık sorunlarına rağmen kabul ettiği için, şahsına teşekkürlerimizi sunuyoruz. Dr. Tarık Ziya Ekinci röportajdan önce özellikle bir olay ve olguyu ele alma yönteminin önemine dikkat çekerek şunları vurguladı: “Politik, ekonomik veya sosyal sorunları tahlil ederken her şeyden evvel ele alınan konunun yaşandığı toplumun üretim ilişkilerini belirlemek, egemen sosyal sınıfı tespit etmek gerekir. Bunu belirlemeden yapacağınız çözümlemelerin hiçbir anlamı olmaz. Toplumdaki egemen sınıf ile bağlantı kurulmadan millet, milliyetçilik gibi söylemler de gerçekçi olmaz. Olaylar nerede, nasıl yaşandı?  O toplumun tarihsel konumu nedir? Bunları bilmek ve belirlemek gerekir.” foto: Mutlu Can Kürtler Türkiye Cumhuriyeti’nin oluşum sürecinde, muhtariyet (Özerklik) için mücadele etti. Ancak soykırıma varacak düzeyde bir yönelimle karşı karşıya kaldılar. Bu Kürtler üzerinde tarihsel olarak nasıl bir etki yarattı ve Kürtlerde nasıl bir kırılmaya sebep oldu? Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecinde Mustafa Kemal kurtuluş hareketini başlatırken, Kürt beyleri ve aşiret liderleriyle iş birliği yapması gerekiyordu. Bunun için dine bağlılıklarını, teyit ederek hilafeti, padişahlık sistemini yeniden ihya edeceklerini ve yabancı müstevrilerin ülkeden çıkartılması konularını ön plana aldı. Kürt beyliklerine aslında, ‘’Şayet iktidara gelirsem, Osmanlı İmparatorluğu’nun size sunduğu bütün hakların aynısını tanıyacağım. Bölgenizin beyi ve aşiret reisleri olacaksınız.’’ temiratını verdi. Kürt Beyleri bu nedenle Mustafa Kemal’in talebine “Evet” dediler ve iş birliği yaptılar. Buna karşılık Mustafa Kemal’in korkulu rüyası olan İstanbul’da kurulmuş olan Kürt Teali Cemiyeti liderlerinin hiçbirinin isteğini kabul etmediler. Kürt aşiret liderleri ve beyleri o dönemde Mustafa Kemal’le işbirliği yapmayı kendi menfaatleri açısından yararlı buldular. Kürt Teali Cemiyeti’nin Paris’e gönderdiği Şerif Paşa’nın kendilerini temsil etmediğini, Paris görüşmelerinden derhal çekilmesi gerektiği yönünde talepte bulundular.  “Mustafa Kemal Lozan Konferansına kadar Kürtlerin varlığını kabul eder göründü” Mustafa Kemal Lozan Konferansı’na kadar Kürtlerin varlığını kabul eder şekilde açıklamalar yaptı. Amasya Protokolü’nü imzalarken, Erzurum Kongresi’nde, 1920-22 yıllarında mecliste yaptığı müteaddit konuşmalarda, Türk ve Kürt halkının birlikte bu devleti oluşturduğunu dile getirerek, bu devletin sadece bir Türk devleti olmadığını, Kürtlerin, Ermenilerin, Lazların vb. Türkiye’de yaşayan bütün halkların ortak vatanı olduğunu ısrarla vurguladı. Lozan Konferansı’nın imzalanmasından sonra, özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanı ile birlikte bütün bu söylemler bitti. 1924’te kabul edilen yeni Anayasa’da, Türk ismi dışında hiçbir halkın ismi kabul edilmedi. Şu söylendi: ‘’Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes Türktür’’. Bundan sonra da birçok devrim adımları atıldı. Hilafet kaldırıldı, vakıflar kanunu kaldırıldı ve padişahlık ilga edildi. “Yeni Cumhuriyet Kürt hareketini de bitirmeye karar verdi” Bütün bunlarla birlikte yeni cumhuriyet Kürt hareketini de bitirmeye karar verdi. Kürtler hem Erzurum Kongresi hem de Sivas Kongresi’ne Mustafa Kemal’in istediği ölçüde katılmamıştı. Hakeza, bundan önce Kürt Teali Cemiyeti ve Azadi Cemiyeti’nin çalışmaları vardı. Mustafa Kemal bu çalışmalardan rahatsız olmuştu. Devlet Şeyh Said isyanını provoke etti. Bunu bahane ederek, Kürt hareketini bitirmek istiyordu. Özellikle Metin Toker’in kitabında çok net görülüyor. Şeyh Said Hınıs’tan Palu’ya babasının kabrini ziyarete giderken, yolda çok sayıda süvari Şeyh Said’e katılıyor. Şeyh Said refakatçılarıyla bir gece Dicle’de kalıyor. Ertesi gün Ergani’den gelen bir askeri müfreze Şeyh Said’e grubun içinde cinayetten aranan bir kişinin teslim edilmesini iletiyor. Şeyh Said Efendi, müritler nezdinde iyi olmayacağını, kendisi gittikten sonra şahısın alınmasını talep etse de, bu kabül edilmiyor. Şeyh Said, ‘’Yapabileceğim bir şey yok. Öyleyse gidip alın’’ diyor. Müfreze, o kişiyi almaya giderken, karşıdan ateş açılıyor ve 2 asker ölüyor. Şeyh Sait efendiye yapılan saygısızlık halkı galeyana getirmiş ve kitleseltepki isyana dönüştü. Birçok yerde Azadi Hareketi’nin isyana öncülük ettiğine atıfta bulunulur. Azadi Cemiyeti’nin Diyarbakır Temsilcisi Kadri Bey kitabında, Azadi Cemiyeti’ni yeni kurduklarını, Piran‘da yaşananlardan cemiyetin hiçbir şekilde haberdar olmadığını belirtiyor. ‘’Ben bir Azadi Cemiyeti üyesi olarak, bu isyandan hiçbir şekilde haberdar değildim’’ Bundan sonra özellikle Bingöl çevresinde ikinci derecedeki bütün şeyhler, Şeyh Said Efendi’ye katılırken, Kürt beylerinin çoğu destek vermiyor. Piran olayından öncede Bölgede uzun bir süredir huzursuzluk mevcuttu. Mustafa Kemal, bölge halkından silah istiyordu, hayvan vergisi başlatmıştı, Jandarmaya büyük yetkiler tanınmıştı. Bunların tümü huzursuzluk nedeniydi. “Bölgede uygulanan politikalar bir kalkışmanın zeminini yarattı” Mustafa Kemal bütün halktan jandarmaya itimat etmesini, itibarına saygı göstermeleri gibi şeyler talep ediliyordu. Oysa o döneme kadar bölgede jandarmanın beylere emir- kumanda etmesi, istediklerini tutuklamaları, beylerin otoritesini yok saymaları mümkün değildi. Mustafa Kemal’in kurduğu yeni rejimde jandarma bölgenin sümme haşa Allah’ı olmuştu. Bu, halkta huzursuzluk yarattı. Askerlere verilen inisiyatif bölgede beylerin, ağaların, şeyhlerin yetkilerini kısıtlıyor, köylü üzerindeki itibarlarına gölge düşürüyordu. Jandarma ve jandarmanın orada temsil ettiği güç, ‘’Artık her şey benim. Bana itaat edeceksiniz. Devlete ve hükümete itibar edeceksiniz.’diyordu Bu durum Şeyhlerin, beylerin ve aşiret reislerinin itibarlarını kırıyordu. Böylece bölgede feodal bir kalkışmanın zemini yaratıldı. Bu gerçeklikte gelişen ayaklanmanın, önceden yapılmış bir planı, programı söz konusu değildi. Azadi Cemiyeti bu olgunun dışındadır. Kürt aydınlarının oluşturduğu bir cemiyettir. Fakat bu cemiyette, o dönem henüz tamamen örgütlenmiş vaziyette değil ve henüz böylesi bir ayaklanmayı düşünmüyorlar. Gelişmelerde, emri – vaki bir durum ortaya çıkıyor. Bahsettiğim gibi, Piran’da başlıyor ve devam ediyor. Mustafa Kemal ile arkadaşları bu durumu kendi lehlerine kullanıyorlar. “İsmet Paşa, ‘Bir mezar sessizliği’ başlatmak istedi” Ortaya çıkan bu durum karşısında İsmet Paşa’nın ‘Bir mezar sessizliği’ başlatmak istediği söyleniyor. Bu şekilde dönemin Başbakanı Fethi Okyar başbakanlıktan alınıyor, yerine İsmet İnönü başbakan olarak atanıyor. İsmet Paşa’nın ilk işi, bölgedeki sıkıyönetimi genişletmek ve bölgeyi berhava etmek oldu. Sonucunda binlerce insan katlediliyor. Gelişen hareketi ulusal bir harekete dönüştürmek isteyen kişiler elbette var. Ama dinsel ve feodal etkiler daha fazla. Örneğin, Liceli Fehmi Bey gibi aydın, okur – yazar kimseler de bu harekette mevcut. Bu gibi şahsiyetlerin amacı, hareketin milli bir harekete dönüşmesiydi. Ancak bunların, o dönem kontrolü bütünen ele geçirmeleri mümkün değildi. Ağırlık şeyhler, beyler ve aşiret reislerindeydi. “Mustafa Kemal: Burjuva devrimini yapıyoruz, Kürt feodal ağaları ve beyleri bize engel oluyor.” Mustafa Kemal’in bu dönemki hedefi Kürt hareketini tamamen bitirmekti. Dünyaya şu mesajı vermek istiyordu: ‘’Biz bir burjuva devrimi yapıyoruz, toplumumuzu ileri götürmek istiyoruz ama, bu Kürt feodal ağalar ve beyler bize engel teşkil ediyorlar.’’ Bu şekilde bölgeye yönelik anti – feodal bir propaganda geliştirdi. Hatta dönemin komünist Komintern toplantılarında çıkan bildirilerde, Mustafa Kemal’in Kürtlerin bölgesinde attığı adımların doğru olduğuna dair düşünceler yer alıyordu. Yapılanların feodalizmin tasfiyesine yönelik olduğu, desteklenmesi gerektiği belirtiliyordu. Ne yazık ki; Kürt hareketleri bu dönemde uluslararası hiçbir anlayış, hiçbir destek göremedi. Siyasal tercihlerinden ötürü katledilen dedelerin torunları, 1946 ve 1950‘li yıllarda Demokrat Parti ile Türkiye siyasetine giriş yaptılar. Böyle bir mirasa rağmen Kürtler’in tekrardan Türkiye siyasetine girmeleri nasıl gerçekleşti? “1938 -1946 arası Kürt hareketinin ölü dönemidir” Ben de 1946 ‘Demokrat Parti’ kuruluşunun içinde yer alanlardan biriyim. Öncesinde çok önemli bir olay var. 1925’ten başlayarak, 1938’e kadar 15 sene müddetle sürekli bir tenkil ve yok etme hareketi sürdürüldü. En son hareket Dersim’de yapıldı. Dersim hareketinde biliyorsunuz, insanlar kitleler halinde katledildi, sürgünlere gönderildil. Devletin nazarında Dersim’den sonra ‘Kürt Hareketi’ bitti. Bu dönemde Mustafa Kemal’in yanında olan ve onunla birlikte hareket eden ağa ve beyler dahi sürgüne gönderildi. 1925’te geliştirilen ‘Şark Islahat’ planı gereği, Kürtçe yasaklandı. Kürtler sürgün edildikleri yerlerde, diğer halk kitleleri içerisine karıştırılacak, herhangi bir yerde ‘Kürt’ olarak toplanmaları kati bir şekilde engellenecek, böylelikle asimile edilecekler. Devlet aklı, bu tedbirlerle ‘Kürt Sorununu’ bitirdiğini düşünüyordu. 1938’den başlayarak, 1946’ya kadar Kürtlerden tek bir söz, hareket yok. Bu sürece, Kürt Hareketi açısından ‘Ölü Dönem’ diyorum. “Kürtler, Demokrat Parti’yi, Van Özalp’taki katliamın faili Mustafa Muğlalı’yı mecliste gündeme getirmesi sonrası destekledi” Lice’de ‘Demokrat Parti’yi kurma çalışması yürütürken bir çok kişi, ‘’Ne yapıyorsun, bizi idama götüreceksin. İsmet Paşa katiyen böyle bir şeyi kabul etmez. Bizi yok eder’’ şeklinde yaklaşıyordu. Böyle bir partinin içerisinde yer almak bizim açımızdan faydalıdır diye telkinde bulunuyordum. İnsanları ikna ederek, Demokrat Parti’nin bölgedeki kuruluşunu gerçekleştirmek istiyordum. Görüldüğü üzere,1946’ya kadar yaratılmış korku Kürtlerin iliklerine kadar işlemişti. Bu bir sessizlik dönemiydi. 1946’da meclise giren 60 ‘Demokrat Partili’ milletvekili gayet sert bir muhalefet geliştirdi. İlk olarak da Van Özalp’ta 33 Kürt köylüsüne yönelik gerçekleştirilen katliamın, sorumlusu Mustafa Muğlalı’yı mecliste gündeme getirdiler.  Kürtler, ‘Demokrat Parti’nin ciddi bir parti olduğunu o zaman anlamaya başladılar. 1950’de yapılan seçimlerde ‘Demokrat Parti’ başta Kürt kentleri olmak üzere, tüm ülkede büyük bir zafer kazandı. Sanırım, Şarkta CHP bir tek Malatya’da seçim kazanmıştı. İsmet İnönü orada adaydı. “O dönemin Kürt öncüleri, Demokrat Parti’ye Kürt meselesinin zımni olarak ihsas ettiler” Demokrat Parti’nin ilk yıllarında, Kürt hareketi bilinçli bir şekilde olmazsa da zımni olarak, Mustafa Remzi Bucak, Yusuf Azizoğlu, Mustafa Ekinci gibi dönemin Kürt aydın öncüleri, tarafından partiye ihsas ettirildi. Ve ‘Demokrat Parti’ muhalefeti, 1935’te yapılan ‘Mecburi İskan Kanunu’nun’ kaldırılmasında önemli bir rol oynadı. Öğrencilik dönemlerimizde en çok bu kanuna karşı çıkıyor, dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partisi’ne muhalefet ediyorduk. Sürgün sonrasında Kürt beyleride ‘’Devletle mücadele edemeyiz. O zaman iş birliği yapmalıyız’’ düşüncesi gelişti. Kürt beylerinin devletle işbirliği dönemi böyle başladı. Bölgedeki ağalar, beyler okur – yazardılar. Partilerde yer alarak, parti başkanı, ilçe başkanı, belediye başkanı olacaklardı. Aynı şekilde il genel meclis üyesi olacaklardı. Tek parti sisteminde merkezinin belirledikleri seçildiğinden diğerlerinin şansları yoktu. ‘Mecburi İskan Kanunu’ kaldırıldıktan sonra, kasabalara, şehirlere ve köylere dönen Kürt ağa ve beyleri, var olan bu iki parti; Demokrat ve CHP içerisinde yer alarak siyasette girdiler. Bu süreci biraz daha açar mısınız? “Devlet ile Kürt feodal beyleri arasında bir ittifak dönemi başladı” Böylece bölgede devletle, feodal beyler arasında bir ittifak dönemi başladı. Tek parti (CHP) döneminde tarımsal üretim çok düşüktü. Çiftçiler işlerini sabanla yürütüyorlardı.Demokrat Parti’ iktidarıyla tarımda gelişme yaşandı, bu ekonomide de gelişme sağladı. Traktör, biçerdöverle birlikte makineli tarım sürecine girildi, kapitalist aşamaya geçildi. Ben 1943’de üniversiteye başlarken, İstanbul’da sadece bir üniversite vardı. Bu aynı zamanda Türkiye’nin tek üniversitesiydi.Türkiye’de başka üniversite yoktu. Şark’tan yani Kürdistan’dan gelen öğrenci sayısı, toplam 50 kişiydi. Özellikle tarıma dayalı ekonomisi olduğu için, bu alandaki gelişim, toplumsal ve siyasal süreçleri nasıl etkiledi? Kürt aydınlanmasına katkıları nasıl oldu, yoksa asimilasyon sürecini mi hızlandırdı? “49 Kürt aydınının tutuklanması ile Türkiye’de Kürt hareketi yeni bir evreye girdi” Tarımda kapitalizmin gelişmesiyle birlikte, üretim gelişti ve artı- değer arttı.  Demokrat Parti ile sağlanan bu kazanç eğitimin gelişmesine katkı yaptı. Bu döneme kadar Kürt feodal beylerinin çocuklarını okutma alışkanlığı yaygın değildi. Eğitimdeki değişimle birlikte Türkiye’de yeni üniversiteler açılmaya başlandı. İzmir, Erzurum, Van, İstanbul, Ankara vb. kentlerde üniversiteler açılmaya başlandı. Yeni teknik okullar açıldı. O döneme kadar Başkent Ankara’da bile üniversite yoktu. Sadece 2 fakülte vardı. Tarımda Kapitalizmin gelişmesine paralel olarak yeni bir sınıf, burjuvazi ortaya çıktı. Kürt burjuvazisi, ağaların, beylerin mücadele tarzlarından farklı bir mücadeleyi esas almaya başladı. Üniversiteli Kürt gençleri de bir araya gelerek sohbet ediyor ve görüş alış – verişinde bulunuyorlardı. Bu sohbetlerinde ‘Biz Kürdüz, kendi anadilimiz var ve bunu kullanma hakkına ne yazık ki sahip değiliz, baskı altındayız, esaret altındayız’ gibi konuları işliyorlardı. Bu sohbetler şikayet ağırlıklıydı. Örgütlenme durumu henüz yoktu. Bir nevi ‘tezallüm-ü hal‘ durumu söz konusuydu. 1959’da devlet-hükümet yaşadığı ekonomik sıkıntıları atlatmak ABD ile işlerini yürütebilmek için 49 Kürt aydınını tutuklatmasıyla birlikte ‘49’lar Hareketi’ diye adlandırılan yeni bir Kürt hareketi ortaya çıkarttı. Bu tutuklamalarla, Kürt hareketi de yeni bir evreye giriyordu. 1960 darbesi ile de Türkiye genelinde ‘Sol Akım’ başladı. Bu dönem cezaevindeki arkadaşlarımız ve biz dışarıda olanlar bu yeni akımın Kürtlere neler getirebileceğini anlamak için Sosyalizmi incelemeye başladık. Gördük ki, Sosyalizm ulusların kendi kaderlerini tayin etme ilkesinin savunucusu olan bir ideoloji. Bunun yanı sıra dünyadaki bütün sömürge halkların kurtuluşunda Sosyalizmin büyük katkısı mevcut. Dolayısıyla o dönemin Kürt gençliği, olarak bizler de Sosyalizmin Türkiye’de meşruiyet kazanması için yürütülen çalışmalara katıldık. 1968, Muş-Malazgirt Cezaevi ‬ ‪Fotoğraftakiler; Tahsin Avcı, Mehdi Zana, Kemal Burkay, Orhan Kotan, Feqî Huseyin Sağnıç, Tarık Ziya Ekinci, Naci Kutlay, Canip Yıldırım ve Kürt Reşid‬.. ‪Kaynak: Muhsin Avcı ‬ Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) 1961’de kurulmasıyla birlikte Kürtler sol eksenli Türkiye siyasetine giriş yaptılar. TİP Türkiye’de siyaseten Kürtlere ne kattı? Sosyalizm gibi, Kürt hareketinin de meşruiyet kazanması için Türkiye İşçi Partisi önemli bir araçtı. O zamana kadar Kürt kelimesi Türkiye’de kullanılamıyordu. Oysa TİP’teki Kürtler Sosyalizmin ‘Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Etme Hakkı’ ilkesine dayalı olarak Kürt meselesini gündeme getirdiler. Burada bir grup oluşturduk ve cezaevinden çıkan arkadaşlar da bize katıldılar. TİP içerisinde bir Kürt grubu oluştu; sonra da Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) kuruldu. Tip’teki Kürt grubu Doğu mitinglerini gerçekleştirdi. Daha sonra ‘Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın (DDKO) kurulmasına katkı sağladı. Hem parti içinde hem parti dışında bu tarz örgütlenmelerle, Kürt halkını yeniden uyandırma ve Kürtlerin kendi kaderlerine sahip çıkmasını sağlayacak çalışmalar yapıldı. 1971’de hepimizi tutukladılar ve cezaevine attılar. Sonrası, gençler arasında ayrışmalar başladı. Yeni yeni örgütlemelere gidildi. Bu yeni örgütlenmeler artık Türkiye’deki sol örgütlerden bağımsız olarak Kürt hareketlerini kurmaya dönüktü. Kürdistan Sosyalist Partisi, Azadi, Rızgari, Ala Rızgari vb. birçok Kürt örgütü bu örgütlenmeler sonucunda kuruldular.  Türkiye devlet politikası, silahlı Kürt hareketi ve legal Kürt hareketi olmak üzere her iki hareketi de kriminalize etti. Bu durum göz önüne alındığında, Türkiye devlet yapısının Kürt ve Kürdistan sorununun çözümüne kapalı olduğunu söyleyebilir miyiz? Türkiye Cumhuriyeti devleti kuruluşundan ve 1924 anayasasının çıkmasından itibaren, ‘Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes Türk İtlak olunur’ ibaresine dayanarak, Türkiye’de yaşayan herkesi Türk yapmaya uğraştı. İlk etapta Türkleşmesi gereken Kürtlerdi çünkü; Kürtler Müslümandı. Müslüman olmayan Rumları, Yahudileri vb. ise daha çok yurtdışına kaçırtmaya çalıştılar. Müslüman olmayanları kaçırmak için mübadele, pogrom ve kitlesel katliamlar yapıldı.  İstimlak, mülksüzleştirme ve ağır vergiler ‘Varlık Vergisi’ tarh edilerek Türkiye’den kaçmaya zorlandılar. O dönem İstanbul nüfusunun 1/3’ü Rum iken, bugün İstanbul’da Rum, Ermeni ve Yahudi taifesinden pek az insan kaldı. “Türkiye Cumhuriyeti, Rumları ve Yahudileri kaçırttı, Kürtlere karşı asimülasyon politikasını uyguladı” Kürtleri kaçırtma yöntemini uygulamamalarının iki sebebi vardı. Birincisi, Kürtlerin kendi vatanı, kendi toprakları vardı. İkincisi, Kürtler de Müslümandı. Osmanlı devletinde Kürtler padişahlığın ve hilafetin en önemli dayanaklarıydı. Osmanlı döneminde çok önemli görevlerde yer aldılar. Aynı şekilde askeri cenahta da çeşitli rütbelerde sorumluluk yüklenmişlerdi. Örneğin Cizre Bey’inin çocukları askeriyede çok önemli mevkilerde yer alıyorlardı. Irak Kürdistanı’nda bulunan Babanzadeler aynı durumdaydılar. Yine bu belirttiğim aşiret mensuplarının bir kısmı üniversitelerde hocalık yapıyorlardı ve daha sonra devlette önemli görevlere getirildiler. Burada şunu belirtmek istiyorum; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren Kürt halkına karşı büyük baskılar her dönem devam etti. Baskıların temel hedefi, Kürtleri Türkleştirmekti. Bunun içinde ağırlıklı olarak asimilasyon politikasını esas aldılar. Kürt bölgelerinde asimilasyon politikası devlet eliyle ısrarla sürdürüldü. Bunu hızlandırmak için bölgede yatılı bölge okulları açıldı Kürtçe yasakları devam etti. Devletle uzlaşarak Türkleşenler en üst görevlere getirildi. “Türkiye’deki bütün darbelerin gizli oturumlarında Kürtlere karşı “Şark Islahat Planı“ benzeri programlar yapıldı“ Türkiye’de gerçekleşen bütün darbelerin gizli oturumlarında Kürt meselesi mutlaka ele alınmış ve Kürtler tehlike olarak kabul edilmiş, hızlıca Türkleştirme çareleri aranmıştır. Darbelerde Kürtlere karşı alınan kararlar ile Mustafa Kemal’in 1925’te çıkarttığı ‘Şark Islahat Planı’ tam bir benzerlik içinde olmuştur. Özcesi, Türkiye Cumhuriyeti devleti Kürt ve Kürdistan sorununu çözme konusunda dünde kapalıydı, bugünde kapalıdır. Recep Tayip Erdoğan 2005’te Diyarbakır’daki konuşmasında, “Kürt Sorunu vardır, inkar etmiyoruz. Güçlü ve büyük devletler bu türden iç problemlerini kendileri hallederler. Biz de büyük ve güçlü devlet olarak bu iç problemimizi halledeceğiz.“ dedi. Lakin bu tamamen bir taktikti. “Barış süreci taktik bir hareketti, amaç silahlı mücadeleyi ortadan kaldırmaktı” Barış sürecinde Erdoğan ve devlet yaklaşımındaki temel amaç, silahlı mücadeleyi ortadan kaldırmaktı. Tamamen taktik bir hareketti. Kürtlere hak tanıma durumu katiyen söz konusu değild. Atabilecekleri en büyük adım bir iki üniversitede Kürt Dili ve Edebiyatı üzerine bölümler açmak ve kimsenin ilgi göstermediği TV yayını yapmaktı. Taktik ilerlemeyince, anılan eğitim bölümleri de kapatıldı. Devlet bu türden basit adımlarla Kürtlerin yetinmesini arzuladı. Kürtlerin ana dilleriyle eğitim görme amaçları vardır. Aksi, asimilasyon politikasının doğrultusunda, bitmeyle yüz yüze geleceklerdir. Cumhuriyet ile her zaman bu politika esas alındı.    Kürt siyasi hareketinin Türkiye’de gelişmesine öncülük eden Halkın Emek Partisi’nin (HEP) ve Demokrasi Parti’sinin (DEP) kuruluşlarında yer aldınız. Bu partiler Türkiye siyaseti içinde Kürt ve Türk halkları açısından nasıl bir rol oynadılar? Sosyal Demokrat Halkçı Partisi’ndeki (SHP) bazı Kürt arkadaşlar, Paris Konferansı’na katılmak istiyordu, izin verilmedi Ancak arkadaşlarımız dinleyici olarak katılacaklarını, büyütülmemesi gerektiğini dile getirdiler. Bunun üzerine ihrac edildiler. Bende o süreçte sürgünden daha yeni dönmüştüm. Hemen Ankara’ya gittim ve bu arkadaşlara ‘Bir Parti Kuralım’ dedim. Çok ısrar ettim. Hatta Ahmet Türk bana ‘Abi parti kurmak kolay değil, çok zor ve ağır bir şey’ dedi. Bir dönem bu konu üzerine sürekli istişare ettik. İlk toplantıya Aydın Güven Gürkan başkanlık etti. Gürkan cesaretli davranıp, sonuna kadar gitmiş olsaydı, bu oluşumla Kürtler ve Türkler için güçlü bir Sosyal Demokrat Parti kurabilir, ‘Kürt Meselesini’ de programa alabilirdik. O zaman toplantımızın geçici icra kurulunda şu isimler vardı; Aydın Güven Gürkan, Tarık Ziya Ekinci, Ahmet Türk, Mehmet Ali Aslan, Murat Belge, Abdullah Baştürk (Devrimci İşçi Sendikası’ndan (DİSK), Fehmi Işıklar. Yani sendikacılardan, aydın, siyasetçi ve yazarların da içinde bulunduğu, Türklerle Kürtlerin ortaklaşa kuracağı bir ‘Sosyal Demokrat Hareket’ olacaktı. Sadece bir ‘Kürt Hareketi’ olmayacaktı. Ama Kürtlerin ulusal demokratik haklarına sıcak bakan, onu programına alan bir hareket olacaktı. Aramızda milletvekili olanlar da vardı. 4’üncü toplantıya kadar tüzük, program hazırlanmıştı. Mesela o toplantılarda bana dış politika programı verilmişti. Yine Mehmet Ali Aslan’a eğitim programı verilmişti. Yani hazırlık düzeyimiz gayet yüksekti. 4’üncü kurulda Aydın Güven Gürkan, “ayrılıyorum.“ dedi. Ayrılmaması için elimizden gelen her şeyi yaptık, olmadı. Daha önce kendisiyle ‘Kürt Sorununun’ programa alınması konusununda özel bir sohbetimiz olmuştu. Her türlü görüşmeye açıktı. Ne olduysa 4’üncü toplantıdan sonra ’Bu hareket Kürtlerin kucağına doğmuştur. Hareketi Kürt hareketi olarak yürütemeyiz, sonuç alamayız. Bu nedenle ben ayrılıyorum’’ dedi. O ayrıldıktan sonra, peşi sıra sendikacılar, daha sonra Murat Belge ayrıldı. Bundan sonra hareket ortada kaldı. Benim mahkumiyetim olduğu için hareketin kuruluşunda görev alma şansım yoktu. Ahmet Türk’ün hareketin başına geçmesini teklif ettim. Yapamayacağını söyledi. Bir başkan belirlememiz gerekiyordu. Bazı arkadaşlar Fehmi Işıklar‘ı önerdiler. Ben taraftar değildim ama neticede Fehmi Işıklar başkan yapıldı ve parti kuruldu. “HEP kurulduğunda, Türkiye’de iki Kürt partisi (PSK ve PKK) vardı” HEP kurulurken Türkiye’de iki hareketin sesi vardı. Birincisi, Kürdistan Sosyalist Partisi (PSK) ve onlara bağlı birçok kentte örgütlenmiş legal partileri. İkincisi, silahlı mücadele yürüten Kürdistan İşçi Partisi (PKK). Bu her iki hareket rekabet içerisindeydiler. PSK’nin Türkiye’de bulunan legal hareketi, kurulan bu yeni partiye el atmak istedi. Ama diğer taraftaki arkadaşlar buna karşı çıktılar ve Fehmi Işıkları getirerek başkan yaptılar. Fehmi Işıklar için devletin adamı olduğuna dair iddialar vardı. O dönemde başkan olarak başa getirilmiş olması, bana göre karanlık bir durumdu. Burada gizli bir el vardı. Bu şekilde HEP kuruldu. Daha sonra kapatılmalar ve yeni partiler açma durumları yaşandı. Bir süre sonra kurulan partiler, tamamen Kürt partisi durumuna dönüştü. Bu süreç Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP) kuruluşuna kadar devam etti. “Türkiye Sosyalistleri, demokratları, aydın ve yazarları ile ortaklaşa bir hareketin kurulmasını destekledim” Bu dönem boyunca davet edildiğim bütün örgütlenme toplantılarında, Türk Sosyalistleri, solcuları, demokratları, aydın ve yazarları ile ortaklaşa bir hareketin kurulması gerektiğini dile getirdim. Kürtlerin tek başlarına demokrasi mücadelesini kazanmaları mümkün değildi. Demokrasi hepimiz için gerekli ve Kürtlerin içinde olmadığı bir realitede Türkiye’de demokrasi kurulamaz ve gelişemez. Bununla birlikte Türkiye’de Kürtlerin de tek başlarına demokrasiyi kurmaları mümkün değildir. Bu nedenle Türkiye’de Kürt sorununu benimseyen Türk demokratlarla, Kürtler ortak bir parti kurmalıdırlar düşüncesini savundum. Nitekim, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) kuruluşundan önce, Halkların Demokratik Kongresi (HDK) oluştu. Sonra HDK, HDP’ye dönüştü. Burada birçok Türk aydın ve demokrat yerini aldı. HDP, 2015 seçimlerinde barajı aşarak yüksek bir oyla mecliste temsiliyet yakaladı. İktidar ve derin güçler bu durumdan çıkarsamalar yaparak, özelde PKK ve HDP’ye karşı, genelde Kürt halkına karşı derin bir konsept oluşturdular. PKK’nin hendek süreciyle bu girdaba çekildiğini düşünüyor musunuz? 80 milletvekili çıkartmış olan HDP’nin sadece Kürtlerin oyları ile bunu başardığını söylemek haksızlıktır. Elbette yüzde 90’ı Kürtlerin oyları ile başarılmıştır ama bunun dışında Kürt olmayan ve Kürt meselesine sıcak bakan Türkler’den de oy aldı. Dolayısıyla HDP’yi bir Türkiye hareketinin ilk nüve partisi olarak görmek gerekir. Fakat, PKK bu legal harekete sürekli olarak müdahale etti. Her aşamada partinin sahibi olduğunu göstermek ve yön vermek istedi. En son görüldüğü gibi bir ‘Hendek savaşına’ gidildi. ‘Hendek savaşı neden oldu, nasıl oldu?’ bana göre bu durum halen meçhuldür. Zaten bu hareketin gelişmesine hiçbir olumlu katkı sağlamadı. Aksine olumsuz etkileri oldu. Derin devlet özellikle bu durumu kullanmakta çok ısrarcı davrandı. Sürekli, legal hareketin, illegal silahlı örgütle organik bağının olduğu argümanını öne çıkardı, kriminalize etmeye çalıştı. Olumsuz anlamda çok ciddi etkileri ortaya çıkıyor. Bu durumlar yaşanmamış, derin devletin eline bu kozlar verilmemiş olsaydı, parti bugün daha güçlü bir konumda olabilirdi. Bana gore, olumsuz çıkışlara ve yapılan provokasyonlara rağmen HDP artık tamamen bağımsız bir demokratik örgüt olma yönünde gelişmektedir. Bu da hayırlı bir gelişmedir. Artık PKK’nin de bu harekete müdahale etmediği ya da edemediği açıkça görülüyor. Yani artık PKK, legal harekete müdahale etmiyor. Türkiye’ye hakim güçler, oluşturdukları strateji ile adeta Kürt siyasi hareketlerini, kurumlarını ve kadrolarını kapana kıstırarak öğütmeyi hedefledi. Bu kapanı aşmak ve Kürt siyasal hareketinin niteliğini Kürtler lehine açığa çıkartmak için size göre neler yapılmalıdır? Bana göre, Kürt siyasetçiler bundan böyle ısrarla Türkiye partisi olduklarını ve Türkiye’nin bütün sorunlarını çözmeye talip olduklarını, Türkiye’nin ekonomik, kültürel, etnik ve insani meselelerini kendi problemleri olarak gördüklerini, bunun için mücadele edeceklerini savunmalıdırlar. Yani şunu dillendirmelidirler: “Biz Türkiye Partisiyiz.” Mithat Sancar’ın şu an söylediği de budur. Mithat Sancar gibiler bizim için büyük bir kazançtır. Bu hareket giderek bir ‘Türkiye Hareketi’ olmaya adaydır. Türkiye’de var olan bütün sorunları farklı bir bakış açısıyla çözmeye taliptir. Mithat Sancar son dönemde gündemde olan Ayasofya konusunda farklı bir bakış açısını ortaya koydu. Keza Ermeni – Azeri çekişmesini de farklı bir bakışla ele aldı. Bunlar, dünyanın taktir edeceği bir çizginin yansıması olarak gelişmekte. Barışçıl, Kafkas halklarının barışını ön planda tutan bir çizgi olarak belirlendi. Bu çizgi sadece Türkiye’de değil aynı zamanda dünyada itibar kazandıracak bir çizgidir, beğeniyorum. Recep Tayip Erdoğan’ın politikalarıyla Türkiye itibar kaybetmiştir. Türkiye’nin kaybolan itibarını şu an düzeltebilecek tek parti HDP’dir. Kürt halkı Türkiye’de kolektif haklarını nasıl kazanabilir? Türkiye’deki Kürtler için size göre en doğru çözüm yöntemi nedir? Bana göre çözüm Türkiye’de ileri demokrasinin kurulması, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olmasıdır. HDP var gücüyle Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olabilmesi için çaba sarf etmeli ve  Türkiye’nin ileri bir demokrasiye geçmesini sağlamak için çaba göstermelidir. Türkiye’yi İnsan haklarına saygılı, hukukun üstünlüğüne bağlı, eşit haklara sahip vatandaşlık ilkesini esas alan, herkesin diline, kültürüne saygılı, çoğulcu bir demokrasiye taşımalıdır. Bugün Türkiye’nin demokratikleşmesi görevi Kürtlerin omuzundadır. Kürtler bu sorumluluğu layıkıyla yerine getirebilirse hem Kürt meselesinin çözümünü hem de Türkiye’nin yeniden itibarlı bir konuma gelmesini sağlayacaklardır. “Tek adamla konuşmak, sorunları onunla çözmek daha kolaydır. Dolayısıyla biz Recep Tayip Erdoğan’ı destekleyelim” diyenler var. Bu yanlış bir arayıştır. Anayasa referandumu sürecinde şunu söyledim: ‘’Kürtlerde biraz namus varsa bu anayasal değişikliği kabul ettirmemelidirler. Otoriter tek adam rejimi için yapıla referandumda “HAYIR” oyu kullanmak bizim namus borcumuz, şeref borcumuzdur. Keza Kurtuluşun yoludur’’.  Kürt ulusal birliği önündeki temel engeller nedir? Her parçada yaşayan Kürtler, içinde bulundukları coğrafi, ekonomik, sosyal ve kültürel yapının ürünüdür. Başta söylediğim gibi; üretim biçimi ve demokratik gelişme düzeyi her ülkede farklıdır.Dolayısıyla toplumsal yapılar da farklılık arz eder. Kürtler, birlik kurma girişimlerinden önce, bölgelerinde, Kürt toplumunun daha ileriye gidebilmesi için gerekli koşulları oluşturmalıdırlar. Mesela ekonomik koşulların uygun olduğu Irak Kürdistanı’nda yüksek eğitimli çağdaş bir Kürt gençliğinin yetişmesine uygun zemin hazırlanmalı, çalışılmalar yapılmalıdır. Kürt partileri kavga halinde olmamalıdır. ABD’nin sürekli olarak uzlaştırmasına muhtaç durumda olmaları uzun vadede zarar verici olur. Genel itibarıyla, her ülkede Kürtleri temsil eden Kürt partileri, içerisinde bulundukları koşulları değerlendirerek güçlenmeyi esas almalı ve halkın talep ettiği hakların hayata geçmesi için mücadele etmelidirler. Mevcut durumda yapılacak en acil görev ve en uygun çözüm budur. ileride zaman önümüze hangi fırsatları getirir bunu bilemem. Belki zaman hiç beklemediğimiz bir anda önümüze ‘Bağımsız Birleşik Kürdistan’ fırsatını getirir. Ama bunu hayal ederek yaşayamayız. Şu an gerçekçi çözüm, parçalar bazında geliştirilecek gerçekçi objektif mücadelelerdir. Ben benzer görüşlerimi 30 yıl önce Belçika’da katıldığım bir toplantıda dile getirdiğimde, bir Kürt arkadaş bana dönerek: ‘’Kero nemir buhar tê, piro nemir pîncar tê (Eşeğim ölme ot yeşerecek, ihtiyar ölme pincar elecek)’’ diyerek, sergilediğim demokratik mücale yöntemini küçümsemek istemişti.. Aradan 30 sene geçmesine rağmen hala ortada ciddi bir kazanım olmadı ve tatminkâr bir değişiklik yaşanmadı. Türkiye ve Kürt siyaseti için bir çınarsınız. Size göre Türkiye Cumhuriyeti son dönem politikaları ile hangi yöne evrilmekte ve Kürtler bunun karşısında neler yapmalıdırlar? Açıkça belirtmem gerekirse, Türkiye Cumhuriyeti şu an faşizan bir yönde ilerlemekte. Tek adam yönetimi her boyutuyla faşist bir yönetim şeklidir. Ama Türkiye’nin ekonomisi o kadar zayıftır ki, iktidar devletin sahip olduğu varlığın tümünü sonuna kadar kullansa bile kendisini dünyaya ve Türk halkına kabul ettirme şansı yok. Zaten mevcut iktidarın bugün çektiği en büyük sıkıntı, ekonomik sıkıntıdır. Şayet Türkiye’nin de bazı devletler gibi büyük petrol yatakları olsaydı, hiç kimse bu yolda Recep Tayip Erdoğan’ın önünü alamazdı. Ekonomi çok zorda, iktidar olan İslamo – Faşist, milliyetçi zihniyet, Türkiye’yi bir felakete götürüyor. “Tek devlet, tek bayrak, tek dil ve tek kültür” zihniyetine ve sloganına sığınarak ayakta kalmaya çalışıyor. Türkiye halkları olarak güçlü bir biçimde bunun karşısında durmamız gerekiyor. Çok kültürlü, çok dilli ve çok halklı bir toplum için mücadele etmeliyiz. En önemlisi de Kürtler bu mücadelenin öncülüğünü yapmak zorundadır. Recep Tayip Erdoğan’ın hayalinde yeniden halifeliği getirme düşüncesi var. İslam Alemi’nin halifesi olma rüyasında ve ‘Müslüman Kardeşler’ örgütü’nü bütün Orta Doğuya hakim kılmak ve kendisi de onun başına geçmek istiyor. Rojava Kürdistanı’ndaki ENKS ile PYD arasında gelişen ulusal birlik görüşmelerini nasıl buluyorsunuz? Size göre Rojava Kürtleri siyasal olarak bundan sonra nasıl hareket etmelidirler? Öncelikle Rojava Kürdistanı’nda yürütülen birlik çalışmalarında temel güçler kimlerdir? Bunu saptamak gerekir. Şayet bir tarafta PDK, diğer tarafta PKK, görüşmeler yapan örgütlere kendi düşüncelerini ve menfaatlerini dayatırlarsa başarılı olunamaz. Biliyoruz ki, ENKS - PDK çizgisine, PYD - PKK çizgisine yakın iki ayrı harekettir. Bu iki örgütün güç aldıkları partilerden bağımsız olarak, birlik geliştirebilmeleri ve yeni bir ortak siyasi yaklaşım belirlemeleri çok zor. Her şeye rağmen bu görüşmelerin ve birlik çalışmalarının Kürtlere sağlayacağı bazı olanakların olduğu bilinerek hareket edilmelidir. Suriye devletinin gelecekteki yapısı tartışılırken bu platformlarda Kürt temsilcilerin olması sağlanmalıdır. Bu çok önemlidir. Kürtler bu türden platformlarda ABD’nin, İngiltere’nin, Rusya’nın, Türkiye’nin, Suriye’nin ve Avrupa Birliği temsilcilerinin yanında temsilcilerini bulundurabilirlerse, ileride yeni bir anayasa çerçevesinde kurulacak Suriye devleti bünyesinde konumlarını sağlamlaştırabileceklerdir. “Rojava’daki kardeşlerime tavsiyem; bütün gücünüzle uluslararası platformlarda temsiliyet hakkı üzerinde yoğunlaşın” Yani oradaki Kürt kardeşlerimize şu tavsiyede bulunabilirim; bütün gücünüzle uluslararası resmi platformlarda temsiliyet hakkı kazanmalısınız. Türkiye şimdiye kadar ısrarla Rojava Kürtleri’nin uluslararası platformlarda temsil edilmemesi için her şeyi yaptı. Oysa Rojava Kürtleri sadece gerçek bir temsiliyet hakkı elde etmek istiyorlar. Birlik çalışmalarından bir başarı, verimli bir sonuç elde etmek istiyorlarsa, bu hedefe odaklanmalıdırlar. Yeni Suriye’nin kuruluşunda mutlaka resmi anlamda yer almalıdırlar. Suriye’de nasıl bir sistem kurulacak, bunu şimdiden kestirmek zordur. Bu, ileride uluslararası emperyalist güçlerin gerçekleştirecekleri toplantılarda kararlaştırılacaktır. İşte bu toplantılarda Kürtlerde bir güç olarak katılım sağlayabilir, görüşlerini kabul ettirebilirlerse, buna bağlı olarak kendi coğrafyalarında bir Kürt yönetimi kurma şansı yakalayabilirler. Bu büyük bir başarı olacaktır. Kürtler Suriye çatısı içerisinde kendi haklarını garantiye alacakları bir çözümde ısrar etmelidirler. “Suriye’den kopalım, ayrı bir devlet kuralım.” tarzında bir hayalin içine girmemelidirler. Böylesi yanlış bir düşünce Suriye içerisinde elde edebilecekleri büyük kazanımlarında kaybolmasına neden olabilir. ‘Biz Kürt varlığının ve haklarının tanındığı bir Suriye’de yaşamak istiyoruz’ fikrinde ısrar etmelidirler. Deneyimli bir Kürt Siyasetçisi olarak Kürdistan Bölgesi ve burada ortaya çıkan kazanımları, tecrübeleri yakından takip ediyorsunuz. Kürdistan Bölgesine yönelik neler söylemek istersiniz? Öneri ve görüşlerinizi alabilir miyiz? Her parçada bulunan Kürtler, içerisinde bulundukları şartları ekonomik ve siyasi yapıyı objektif olarak değerlendirmek suretiyle kendilerine uygun bir strateji oluşturabilmelidirler. Yani 4 parça Kürdistan için tek bir strateji belirlemek mantıklı bir yaklaşım değil. Irak için ayrı, İran için ayrı, Türkiye için ayrı ve Suriye için ayrı stratejiler belirlemek zorundadırlar. Bunu da belirlerlerken her parçada gelişmiş kadrolar ve bu işin uzmanlarından yararlanmalı ve onların belirleyecekleri perpektifler, görüşler ve stratejiler esas alınmalıdır. Örneğin, Kürdistan Bölgesi’nde yapılan bir ‘Bağımsızlık referandumu’ olayı yaşandı. Keşke bu referandum yapılmadan önce alt yapısı daha güçlü temellere oturtulabilinseydi. Keşke Kürdistan Bölgesi yönetimi referandum öncesi, Türkiye, İran gibi bölge ülkeleri ile ve ABD, AB, Rusya, İngiltere gibi uluslararası güçlerle sağlam anlaşmalar yapabilseydiler. Bunu başardıktan sonra bir referandum yapılmış olsaydı, Kürtler açısında çok büyük kazanımlara yol açacaktı. İşte maalesef bu altyapı hazırlıkları yeterince yapılamadan referandum yapılınca ciddi kayıplara neden oldu diye düşünüyorum. En önemlisi de 140’ıncı madde kapsamında olan ve IŞİD savaşıyla Kürtlerin eline geçen ‘Kürdistan Bölgesi idaresi dışında kalan Kürdistani bölgeler’ maalesef Kürtlerin kontrolünden çıktı. Oysa PDK ve YNK, bu bölgeleri Irak devletinin 2005 yılından beridir çözüme yanaşmamasına rağmen, IŞİD savaşıyla birlikte ortak savaş kazanımları ile elde ettiler ve fiilen bütün dünya bu bölgelerin Kürtlerin elinde olması hususunu kabullenmişti. Bu bölgeler artık Kürdistan olarak kabul görmekteydi. Ne yazık ki kaybedildi. Kürt partilerinin karşı karşıya gelmeleri neticesinde, elde edilen bu bölgeler maalesef tekrar kaybedilerek, daha kötü bir konuma girildi. Özellikle YNK’den bazı kesimlerin oynadıkları olumsuz rol böylesi stratejik bir kaybın yolunu açtı. İstenilen başarı elde edilmiş olsaydı, bu bütün Kürtler açısından büyük bir kazanım olacaktı. Örneğin, Türkiye’de Kürtler bir problemle karşı karşıya kaldıklarında onların problemlerini Birleşmiş Milletlere taşıyabilecek bir devletleri, ya da temsilcileri olacaktı.  Kürtlerin bölgede güçlenmesi komşu ülkelere hem ekonomik hem siyasal hem de kültürel güç katacağı fikrini göstermeliydiler. Ortadoğu siyasetinde egemen olan devletlere bağımsızlık düşüncesi kabul ettirilmeden girişim yapılmamalıydı. Bunun içinde en başta Kürdistan Bölgesi’ndeki siyasi partilerin ulusal konularda birbirlerine karşıt değil, destek sunabilmeleri önemlidir. Oysa ne yazık ki buradaki siyasi partilerimiz her konuda olduğu gibi ulusal hassasiyetler konusunda da çok hızlı bir biçimde karşı karşıya gelebiliyorlar ve buda sadece o partilere, o parçaya değil bütün Kürtlere zarar veriyor. Aile mirasınız olan Lice’deki mal varlığınızı ‘İsmail Beşikçi Vakfı’na ‘Kurdi’ çalışmalar için bağışladınız. ‘Neden İsmail Beşikçi Vakfı’nı seçtiniz? Çok önemli bir soru. Evela kendim bir vakıf kurmak istedim. Bir aile vakfı olmasını düşünüyordum. Bu aile vakfının içerisinde Artuklu üniversitesinden yetişmiş değerli Kürt aydınları olacaktı. Bu nedenle orada bulunan Selim Temo gibi şahsiyetlerle temasa geçtim. Onların da içerisinde ve yönetiminde olacakları bir vakfın kurulmasını arzu ettim. Ama ne yazık ki benim çocuklarım bu görüşe yanaşmadılar. Benim de yeterince maddi imkanlarım yoktu. Resmiyette vakfı kurabilirdim ve kısa süreli gerekli maddi imkanlar da yaratabilir ve kuruluş için. ‘İsmail Beşikçi Vakfı’na bağışladığım araziyi de bu vakıf çalışmasına sunabilirdim. Fakat, vakfın sürdürülebilmesi için bu arazi tek başına yetersiz kalacaktı. Nihayetinde bu vakıfta çalışacak arkadaşlar, özellikle KHK ile atılmış olanların bilimsel çalışmalar yapabilmeleri için uygun koşulların hazırlanması gerekliydi. Mesela her birisinin çalışmalarını yürütebilmesi için ayrı bir odalarının olması, ortak bir kütüphanenin ve her ay hem masrafların karşılanması, yaşamlarını idame edebilmeleri için bir gelirlerinin olması gerekecekti. Ben sağlık problemlerim nedeniyle vakfın kuruluşu için gerekli desteği bulabileceğimiz bazı çalışmaları yürütemeyeceğim için Selim Temo’dan rica ettim. Diyarbakır ve bölgede bu vakfa destek verebilecek, zengin sermaye sahibi insanlarla görüşmesini talep ettim. Ama bunu sağlamak mümkün olmadı. “Yapabilseydim bir enstitüyü finanse etmek ve bu enstitüye adımı vermek isterdim” Türkiye’de Kürtlerin dilini, edebiyatını, tarihini, kültürünü ‘İsmail Beşikçi Vakfı’ gibi koruyabilen, savunabilen ve geliştirebilen başka bir sivil toplum kurumu şu an yok. Elimden gelseydi sadece vakıf değil, bir üniversite de bu kıstaslara uygun bir enstitüyü finanse etmek ister, enstitüye adımı vermek isterdim. Benim açımdan önemli olan temel şey, Kürt dilini, kültürünü, tarihini, edebiyatını ve sanatını koruyabilecek, güçlendirebilecek bir oluşumun büyümesine katkı sunabilmektir. Türkiye koşullarında, bunu yapabilecek tek kurum ‘İsmail Beşikçi Vakfı’ydı. Bu nedenle Ruşen Aslan’a,” Bu arazi her ne kadar benim mülküm görülse de aslında Kürt halkının mülküdür ve bu nedenle Kürt halkına hizmet edebilecek bir kuruma bağışlamak istiyorum” dedim. Gördüğüm kadarıyla da burada Kürt dili, tarihi, kültürü üzerine canla başla çalışan gençler var. Onların çalışmalarına katkı amacıyla, bağışladım. Daha güçlü çalışmalar yapabilen başka bir kurum olsaydı oraya bağışlardım. Bütün hayatını mücadeleye adamış bir büyüğümüz olarak Kürtlere tavsiyeniz nedir? Kürtlere söylemek istediğim tek bir söz var: Kürtler bulundukları her coğrafyada ‘İleri bir demokrasi’ için sonuna kadar mücadele etmelidirler. 19’uncu YY. ortalarında başlayan ve 20’inci YY. başlarına kadar devam eden kurtuluş savaşları çağı kapanmıştır. Şimdi ki kurtuluş savaşları demokrasi mücadelesidir. Objektif koşulları da dikkate alarak, ilerici, çoğulcu, katılımcı ve hukukun üstünlüğüne bağlı ileri bir demokrasinin kurulup işletilmesi hem insanca yaşamanın hem de temel hak ve özgürlüklerin garantisidir. Mevcut koşullarda Kürtlerin izleyebilecekleri en gerçekçi yol demokrasiyi kurmak ve ona muhteva kazandırmaktır.  Not: Bu röportajın gerçekleşmesine destek sunan çok değerli; Bayram Ayaz, Ruşen Aslan, Sidar Bingöl ve Mutlu Can’a teşekkür ediyorum.

 
 
 

Comments


Yazı: Blog2_Post

Abonelik Formu

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

©2020, Gazetecilik tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page