Tarihçi Koç: Lozan‘da Kürtleri anlaşmadan uzak tutmayı tercih ettiler Ruken Hatun Turhallı 2020/08
- Ruken Hatun Turhallı
- 8 Eki 2020
- 15 dakikada okunur

Tarihçi Koç: Lozan‘da Kürtleri anlaşmadan uzak tutmayı tercih ettiler Ruken Hatun Turhallı 2020/08/08 - 16:13 Söyleşi
Ruken Hatun Turhallı BasNews – 24 Temmuz 1923 tarihinde gerçekleşen Lozan Antlaşması, Büyük devletlerin kararıyla Kürdistan‘ın dört parçaya bölündüğü ve bölge devletlerin sömürgesi haline getirilerek, Kürtlerin imha edilmesine sesiz kalındığı uluslararası bir tarihi antlaşmanın adıdır. Lozan Antlaşması kararları ve bölge devletlerinin uygulamaları ile Kürtlerin hak mücadelesinin kriminalize edildiği ve uluslararası entegrasyonun dışına itilerek yüz yıllık cehennem savaşlarının kapısının aralandığı, dedelerden torunlara miras bırakılan bir savaş geleneğine yol açtı. Türkiye açısından da, bugünkü ülke sınırlarının uluslararası bir anlaşma ile tapusunun verildiği önemli bir tarihsel kesit. Ali Haydar Koç Lozan Antlaşması Konferansı sürecine Kürtler ve azınlıkların katılımına ilişkin şu noktalara dikkat çekti: “Lozan Antlaşmasına katılan devletler, daha önceki antlaşmalarda olduğu gibi Kürtleri bu önemli uluslararası antlaşmadan uzak tutmayı tercih etttiler. Lozan Antlaşmasını teyit eden ülkeler dışında kalan, ülkesiz ve etnik cemaatlerin, yani halkların doğrudan doğruya katılması engellenmişti. Ama Lozan Antlasmasına katılan ülkeler tıpkı “1839 Gülhane-i hat-ı humayun“ yani “Tanzimat Fermanı‘nda“ olduğu gibi Anadolu ve Kürt coğrafyasında yaşayan gayr-i müslim cemaatlerin haklarının korunmasına dair garantörlük rolünü üstlendiler.“ Tarihçi Ali haydar Koç ile Birinci Dünya Savaşı paylaşımında, 1916 Skyes-Picot, 1918 Mondros mütarekesi, 1920 Sevr Antlaşması ve bu antlaşmalarda Kürtlerin temsiliyeti konularını, Lozan Antlaşması sürecini, özellikle İngilizlerin Kürtlere yaklaşımını, M. Kemal’in Lozan’da Kürtlerin katılımını engellemesini ve haklarının anlaşma kapsamına girmemesi için yürüttüğü siyaseti, Türkiye’nin günümüzde Lozan Antlaşmasını güncelleme istemini ve Kürtlerin yüz yıl sonra bu anlaşmadan, uluslararası düzeyde doğabilecek haklarını konuştuk. Lozan Antlaşmasına gitmeden önce, 1916 yılında Skyes-Picot, 1918 yılında Mondros mütarekesi, 1920 yılında sevr Antlaşmaları oldu. Lozan öncesi bu antlaşmalarda Kürtlerin temsiliyeti oldu mu? Kürtler için bu platformlarda çizilen ana çerçeve neydi? Kürt siyasal ve diplomasi tarihinde yaklaşık yüzyıldır çok sık tartışılan konulardan biri 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan antlaşmasıdır. Lozan Antlaşmasından önce 1840’dan itibaren İngiltere, Rusya, Almanya ve Fransa Kürtlerin de birinci dereceden (Millet-i hakime adı altında) ortağı olduğu Osmanlı devleti ile ticari ve siyasi ilişkiler geliştirerek Ortadoğu’da siyasi ve ekonomik hakimiyet kurmaya çalışıyordular. “İngiltere, Rusya, Almanya ve Fransa Kürt vilayetlerindeki Konsolosluklar yoluyla, Kürtlerle ilgili istihbari çalışmalar yürüttüler” 1859‘dan itibaren osmanlı merkezi yönetimi ile geliştiridikleri diplomatik ilişkiler sonucunda, Kürt vilayetlerinde açtıkları konsolosluklar ve Kolejler ile Kürt coğrafyası ve Kürtler hakkında düzenli bir şekilde hazırlanan istihbarat raporları ışığında topladıkları bilgiler dahilinde, bölgeye hakim olmaya çalışarak, siyasi ve ekonomik çıkarlarını güçlendirmeye çalışıyordular. Fransa İtalya, Almanya ve Rusya (bütün bu devletler farklı çıkarlar ve farklı yerel ortakları ile aynı amaca yani sömürge veya yerel halkları denetim altına alma siyasetini güdüyordular.) Ortadoğu ve Kürt bölgelerindeki yeraltı zenginlik kaynaklarını da elde etme niyeti ile hareket ediyordular. İngiltere ve Fransa 1860’dan sonra bir yandan Almanya’nin Ortadoğu üzerindeki siyasi ve ticari nüfuzunu sınırlamak/ortadan kaldırmak için uğraşırken,diğer taraftan Kürdistan’ın da dahil olduğu Osmanlı devletinin hakimiyeti altındaki coğrafyayı aralarında paylaşmak için, birinci dünya savaşına katılmışlardı. İngiltere, Kafkasya ve Orta Asya’ya hakim olabilmek için, Rusya ile iyi geçinmeye çalışarak, aynı ortaklığı Almanya’ya karşı da kullanma amacını taşıyordu. “Sykes-Picot antlaşmasına göre Kürt coğrafyasının Kuzey vilayetleri Rusya’ya bırakıldı, Güney vilayetleri ise, İngiltere ve Fransa arasında paylaşıldı” 1878 Berlin antlasması ve sonrasında Kürt vilayetleri ve Kürtler üzerinde baskı ve denetim kurmak amacı ile geliştirilen uluslararası diplomatik ilişkilerle hızlandırılan siyasi süreç, Birinci Dünya Savaşı sırasında 16 Mayıs 1916’da gizlice yapılan Sykes-Picot antlasması ile İngiltere, Fransa İtalya ve Rusya, Ortadoğu ve buna bağlı olarak Kürt coğrafyasını aralarında paylaşmışlardı. Sykes-Picot antlasmaşına göre, ‘vilayet-i Şarkiye’ toprakları tıpkı 1914 “Şark Islahat Projesinde” olduğu gibi paylaşılıyordu. Bu antlaşma “Şark ıslahat Projesinin” hangi amaçlar için yapıldığına dair iyi bir örnektir. Sykes-Picot antlaşmasına göre Kürt coğrafyasının Kuzey vilayetleri Rusya’ya bırakılıyordu, Güney vilayetleri ise, İngiltere ve Fransa arasında paylaşıldı. Kürt halkının 20. yüzyıl boyunca haklarından yoksun bırakılmasının ilk önemli adımı Sykes-Picot ve “Şark Islahat Projesi ile atıldı. “Erzincan Mütarekesi ile Rusya, İttihatçı yönetim ile yaptığı antlaşmadaki şartlara göre, Kürtleri savaş ile tehdit etti” Ayrıca Lozan Antlaşmasından önce yapılan iki Mütareke de Kürt coğrafyasını çok yakından ilgilendirmekte. 18 Aralık 1917’de Osmanlı ve Rusya arasında “Erzincan Mütarekesi” imzalandı. 14 Maddeden oluşan Erzincan Mütarekesi’nin 11. Maddesi şöyleydi: ‘’Osmanlı heyeti, Kürtleri bu mukavelename hükümlerine harfiyen uymaya mecbur etmek için çalışmaya söz verir, Kürtler tarafından Rus hattı faslının üst tarafındaki toprak dahilinde fiili tecavüz hareketi yapılırsa, Rus askerleri Rus Hatt-ı faslını geçmemek üzere, bunları hiçbir hükümet emri tanımayan eşkiya gibi farz ederek gerekli muameleyi yapacaklardır.’’ Erzincan Mütarekesi çerçevesi içinde, Kürt toprakları hakkında İttihatçı yönetim ile anlaşan Rusya, bu antlaşmadaki şartlara göre kürtleri savaş ile tehdit etti. “Mondros Mütarekesinde (1918), Kürt illerinde karışıklık çıkması halinde buralar İtilaf Devletleri tarafından işgal edilecek” Mondros Mütarekesinin (30 Ekim 1918) 24. Maddesi’ne göre: “Şark vilayetlerinde (Erzurum, Sivas, Elazığ, Van, Bitlis ve Diyarbekir) bir karışıklık çıkması halinde buraları işgal etme hakkının doğacağı“ biçiminde düşüncelerini dile getiren İtilaf devletleri, açıkça Kürt vilayetlerini işgal edeceklerini dünya kamuoyuna duyurdular. Erzincan Mütarekesi (1917) ile Mondros mütarekesinde (1918) Kürtleri ilgilendiren maddelerinin benzerlikler taşıması, ilgili devletlerin Kürtler hakkında ortak hareket ettiklerine işaret etmektedir. 1918’den sonra Kürt meselesinin başka devletlerin denetimine kanalize edilmesinde ve Kürt topraklarının baskı altına alınmasında, bu iki mütarekenin uluslararası siyasal bağlayıcılığı önemli oranda etkili oldu. 1920 Sevr Antlaşması sürecinde Kürtler “Erzincan Mütarekesi ile Mondros Mütarekesindeki antlaşmalarda, Kürtler hem tehlikeli olarak görüldü hem de siyasal malzeme olarak kullanıldı” 1919’da Fransa’da yapılan Paris Konferansı 1914 “Şark Islahat Projesinin” ismi degistirilmiş hali idi. Ermenilere zarar gelmemesi için sembolik olarak davet edilen Kürt delegesi Şerif Paşa, Kürtlerin haklarını savunmada etkili bir rol oynayamadı. 1920’de yapılan “sevr antlaşması”, 1878’ Berlin antlaşmasının genişletilmiş bir şekli idi. Her iki antlaşmada da Kürtler hem tehlikeli olarak görülüyor ve hem de diplomaside amaca ulasmak için önemli bir siyasal malzeme olarak kullanılıyordu. İngiltere, Rusya (Sovyetleri Birliği), Almanya ve Fransa, 1878 Berlin Antlaşması sürecinden 1926’ya (Musul meselesi ve Ankara antlaşmasına) kadar, Kürtleri uluslararası diplomatik antlaşmalardan uzak tutarak, Kürtlere karşı yüzyıldır süren bütün zulümlerin ve haksızlıkların önünü açtılar. “İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya aralarında gizli görüşmeler yürüterek Kürtleri haklarından yoksun bırakan Lozan antlasmasını (24 Temmuz 1923) imzaladılar” 1878’den sonra Osmanlı merkezi yönetimi ve Kürt coğrafyasına karşı başlayan ekonomik ve siyasi sürecin en belirgin biçimini Sykes-Picot antlaşmasında görmekteyiz. 1878’den sonra İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya kendi aralarında gizli görüşmeler yürüterek, bu görüşmeler sonunda bir dizi gizli veya açık antlaşmalar yaparak, yüzyıldır Kürtleri bütün haklarından yoksun bırakan Lozan antlasmasını (24 Temmuz 1923) imzaladılar. “Kürtlerin temsiliyeti uluslararası anlaşmalarda, sadece 1919 Paris Konferansı’nda sağlandı” 1878-1923 arasında yapılan bütün gizli ve açık antlaşmalarda (1919 Paris Konferansı haric) Kürtlere temsil edilme hakkı verilmedi. Ayrıca aynı tarihler arasında yapılan bütün uluslararası diplomatik ilişkilerde Kürtler için biçilen ana çerçeve: “Başka ulusların boyunduruğu altında yaşamaları” önerilerek, yapılan antlaşmalarla bunun bir zorunluluk olduğu teyit edildi/ki hala bu durumun kısmi olarak içinde yaşadığımız 21. yüzyılda da sürdüğünü söylemek mümkün. 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşmasına giden süreç bir konferans şeklinde mi düzenlendi? Bu konferansa salt ilgili devletler mi katıldı? Devlet dışı halkların temsiliyeti bu konferansta sağlandı mı? Lozan antlaşması (1923) İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti, Rusya ve öte yandan Türkiye arasında yapıldı. Lozan Antlaşmasına katılan devletler Kasım 1922‘de başlatılan “Lozan Konferansları çalışmalarına katılım sağlayarak, sorunları bu konferanslarda ele alarak, çıkarları doğrultusunda çözerek, yaklaşık dokuz ay gibi bir sürede kendi aralarında anlaşarak toplam 143 maddelik ve bir çok eklerden oluşan Lozan Antlaşması (1923) metinine imza atttılar. Lozan Antlaşmasına resmi veya gayri resmi düzeyde Kürtlerin katılımı engellendi. Daha doğrusu özellikle Lozan Antlaşmasına katılan devletler, daha önceki antlaşmalarda olduğu gibi Kürtleri bu önemli uluslararası antlaşmadan uzak tutmayı tercih etttiler. Lozan Antlaşmasını teyit eden ülkeler dışında kalan, ülkesiz ve etnik cemaatlerin yani halkların doğrudan doğruya katılması engellenmişti. Ama Lozan Antlasmasına katılan ülkeler tıpkı “1839 Gülhane-i hat-ı humayun“ yani “Tanzimat Fermanı‘nda“ olduğu gibi Anadolu ve Kürt coğrafyasında yaşayan gayr-i müslim cemaatlerin haklarının korunmasına dair garantörlük rolünü üstlendiler. Türkiye’den yabancı dil bilen Kazım Karabekir ve Rauf Orbay’ın Lozan Konferansı’na Temsilci olarak katılmaları beklenirken yabancı dil bilmeyen İsmet İnönü, Mustafa Kemal tarafından tercih edildi. Kürtler konusunda Mustafa Kemal ile İsmet İnönü ilişkisini nasıl okumalıyız? Lozan Konferansları başlamadan önce Müttefik ülkeler hala devlet/imparatorluk mührünü elinde bulunduran Padişah ve ona bağlı olan İstanbul Hükümetini 20 Kasım 1922’de yapılması planlanan Lozan Konferanslarına davet etmişlerdi. Bu durum Ankara Hükümetini rahatsız etti. Bu siyasal olguya bağlı olarak 1 Kasım 1922’de yapılan bir kanun ile Saltanat kaldırıldı. Bununla Osmanlı devleti ve ona bağlı olan İstanbul Hükümeti uluslarararı siyasi alanda hükmünü yitirdi. Bu kararlarla Ankara Hükümeti sembolik olarak Abdulmecid Efendiyi sadece halife olduğunu ilan etmis oluyordu. Devleti mührünü, hükmünde bulunduran Padişah Vahdettin de 17 Kasim 1922’de Istanbul’u terk edince, Ankara Hükümeti, Osmanlı devletinin tek varisi olarak Lozan Konferanslarına katılım sağladı. İsmet Paşa Lozan Barış Konferansı sırasında İtalya Başbakanı Benito Mussolini ile birlikte. İsmet Paşa Lozan Barış Konferansı sırasında İtalya Başbakanı Benito Mussolini ile birlikte. “İsmet İnönü, Mustafa Kemal tarafından devlet icin 1919’dan itibaren hazırlanarak, kahraman yapıldı“ Kazım Karabekir ve Rauf Orbay olgusunu bu olaylara bağlı ele almak gerekiyor. Onlar Osmanlının son dönemine siyasal ve askeri damgasını vuran İttihat ve Terraki cemiyetinin önemli kadroları oldukları için ve hem de Osmanlı ordusunda ve bürokrasisinde önemli bir siyasi güce sahiptiler. Ayrıca İstanbul Hükümeti‘nden yana olduklarını açıkça ifade ediyordular. Bu ve buna benzer siyasal kaygılarla Lozan Antlaşmasına katılmaları engellendi. Ayrıca 1924’den sonra Kazım Karabekir ve onun gibi düşünen bir çok Osmanlı Subayı ve bürokratı Lozan Antlaşması sonrası kurulan cumhuriyet rejimi için tehlikeli görülerek, Ankara Hükümeti tarafından yargılanarak, 1926’ya kadar bertaraf edildiler. İsmet İnönü yeni kurulması amaçlanan devlet icin 1919’dan itibaren hazırlanarak, kahraman yapılarak, tarihte İnönü zaferlerinin bir komutanı olarak, kamuoyunda propagandası yapıldı. Kürt kökenli İsmet İnönü, Mustafa Kemal ve çevresinin söylemlerini eksiksiz yerine getiren bir şahsiyet olduğu için Lozan Konferanslarına Rıza Nuri ile birlikte büyük bir heyet ile gönderildiler. Konferanslarda Kürt meselesi gündeme gelebilir ihtimali dikkate alınarak, böylesi bir sorununun olmadığını ıspatlamak için de iki Kürt kökenli (Prinçzade Fevzi Bey ve Zülfüzade Zülfü) Türk heyeti ile birlikte tedbir anlamında gönderildi. Kısaca Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’ün ortak özelliği, Kürtlerin de birinci dereceden ortağı olduğu Osmanlı devletinin millet sistemine karşı olmaları, Osmanlı idari yapısına karşı olmaları, 1913’ten sonra açıkça ifade edilen Türk-Turan siyasetini takip etmiş olmaları, asker kökenli olmaları, ideolojik devlet felsefesini ırk üzerine kurmuş olmaları, Kürt coğrafyasında ve Batı Anadolu‘da tek bir ırka yani Türklerin yararına olan siyasal çıkarlarda buluşmuş olmaları, bunun dışında başta Kürtler olmak üzere Osmanlı imparatorluğu da dahil diğer bütün cemaatleri tamamiyle redetmeleri oluşturmaktadır. Bu konuyu değişik örneklerle çoğaltmak mümkündür. Örneğin: Ortak özelliklerinden biri kendileri gibi Türk olmayan Diyarbakır’lı Ziya Gökalp (Kürt) ile Selanikli Moiz Kohen yani sonra aldığı Türkçe isimle Munis Tekinalp (Yahudi) ile ırk üzerine kurdukları devletin ideolojisini oluşturmak için görevlendirmiş olmalarıdır. İkisinin Kürtlere karşı olan temel ilişkisi şidet yolu ile devlet düzeyinde, devletin bütün siyasal, askeri, ekonomik ve kültürel mekanizmalarını organize ederek, Kürtleri tümden inkar ederek, hem iç ve hemde dış kamuoyunda Türk olduklarını deklere etmekti. Kürt Şerif Paşa Lozan Antlaşması’na, Kürtlerin Şerif Paşa liderliğinde bir grup ile temsiliyetinin sağlanması kararlaştırıldığı halde İsmet İnönü’nün Kürtlerin ve Türklerin temsilcisi vasfıyla görüşmelere katılmasındaki arka boyut nedir? Kürtlerin Lozan antlaşmasına katılımı 1919’dan sonra düzenli bir şekilde yapılan siyasal ve askeri faaliyetlerle Fransa, İngiltere ve İstanbul yerine Ankara’da bir meclis kurmaya çalışan Türkçü kadrolar tarafından engellendi. İngiltere, Güney Kürt Bölgesi’nde güç sahibi olan, Basra, Musul ve Kerkük’deki zenginlik kaynakları icin tehlikeli olarak gördükleri Şeyh Mahmud Berzenci’yi 1919’da Hindistan’a sürgün ederek, Ortadoğu’dan sorumlu Hindistan Sömürgeler Genel Valiliği tarafından kontrol altında tutmayı hedef aldılar. Ayrıca, İngiltere kuzeyde ‘Vilayet-i Şarkiye’ ve Kafkasya politikasına yön verebilmek için istihbarat subayı Albay Rawlinson’u itilaf komiseri sıfatıyla bölgeye yollayarak, bölgede söz sahibi Osmanlı bürokrat ve subaylarıyla ilişkiler geliştirmesini istedi. “Mustafa Kemal’in dostu İngiliz İstihbaratçı Albay Rawlinson, İngiltere için Kürtlerin Ankara’da kurulabilecek bir yönetim altında yaşamalarını uygun gören raporlar hazırladı” 1919-1921 tarihleri arasında düzenli olarak Erzurum vilayetini kendisine merkez üs seçen Albay Rawlinson, Londra’ya gönderdiği raprolarda, Kuzeyde yaşayan Kürtlerin Ankara’da kurulabilecek bir yönetim altında yaşamalarını uygun görmüstü. Çünkü İngiltere Ortadoğu haritasında Kürtleri görmek isteğinde değildi. Ayrıca 1919’da Kuzey Kürtlerinin Ankara yönetimine karşı ulusal bir isyana kalkışma ihtimali de Güney Kürdistan çıkarlarından dolayı İngilizleri fazlasıyla kaygılandırıyordu. Erzurum’da iken Kürtler hakkında düzenli raporlar tutan Rawlinson, bu raporları Londra, Tiflis ve Hindistan’daki Sömürge Genel Valiliği’ne yollayarak, onları Kürtler konusunda düzenli bir şekilde bilgilendiriyordu. Albay Rawlinson, M.Kemal 1919’da Erzurum’da uzun görüşmeler yaptığını, onu sık sık gördüğünü, iyi ilişkiler geliştirdiğini ve Erzurum Kongresi çalışmalarını da takip ettiğini belirtmekte. “Uluslararası güçler 1919-1923 sürecine kadar yaptıkları bütün görüşme, konferans ve antlaşmalardan Kürtleri uzak tutmayı tercih ettiler” İngiltere’nin Kürtlere karşı geliştirdiği bu ve buna benzer siyasi tedbirler, Kürtlerin uluslararası diplomatik çalışmalarının dışında tutulmalarını sağladı. Lozan Antlaşmasına giden siyasal yolda Kürtlerin katılımı İsmet İnönü’ün Lozan delegasyonunun başında bulunması ve antlaşmaya katılımı, Kürtler açısından hiç bir siyasi anlam taşımamakta. İnönü sadece Türk ulusu adına ve Türkleri temsil etmek için Kasım 1922’de Lozan’a gitti. Lozan antlaşması ile ilgili bütün arşiv belgelerine bakıldığında, İnönü hiç bir şekilde Kürtleri temsil etmedi. Lozan Antlaşması sürecine Kürtlerin Şerif Paşa liderliğinde bir grup ile temsiliyetinin sağlanması kararlaştırıldığına dair bilginin doğru olmadığını söyleyebilirim. Arkasında hiç bir askeri ve siyasi gücü olmayan Şerif Paşa, Lozan Konferanslarına katılmak için niyetlenmiş olabilir, ama Lozan Konferanslarına katılım sağlayan ülkeler tarafından davet edilmemişti. Zaten 1919-1923 sürecine kadar yapılan bütün görüşme, konferans ve antlaşmalarda Kürtlerin uzak tutulması tercih edilmişti. Bahsi geçen ülkeler zaman zaman siyasal çıkarlarına ulaşmak için Kürt meselesini kullandıklarına dair çokça bilgiler mevcuttur. Örneğin İngiltere için önemli olan Kürtler değil, bölgede elde edecekleri siyasi ve ekonomik çıkarlardı. Lozan Antlaşması Konferansı sürecinde, Kürtler İngiltere ile yoğun bir diplomasi faaliyeti içerisine girerler. Kürt temsilcileri ve İngiltere arasında gelişen görüşmelere ilişkin İngiliz arşivlerinde belgeler var mı, varsa ne tür konularda sözler verildi ve neler konuşuldu? Arşiv belgeleri ışığında İngiltere ve Kürtler arasında özel olarak Lozan ile ilgili görüşmelerin yapıldığını ve bu konuda diplomatik ilişkilerin olduğunu söylemek cok zor. İstihbarat ve kişiler bazında bazı ilişkilerin olduğunu söylemek mümkün, ama ingilizler devlet düzeyinde Kürtler ile Lozan konferanslarına dair herhangi bir resmi diplomatik ilişki geliştirmediler. Tam aksine Şeyh Mahmud Berzenci’nin 1919’da Hindistan’a sürgüne gönderilmesi ile birlikte İngiliz Hava ve Kara Kuvvetleri Kürt bölgesinde 1934’e kadar savaş halindeydiler. 1926 Ankara Antlaşması ile Kürtlere karşı verdikleri savaşın sonuçlarından fazlası ile yararlanmışlardı. Bu dönem ile ilgili İngiliz arşiv (Londra’daki resmi arşivler) belgelerinde Kürtler ile ilgili çokça belge ve bilgi bulunmakta, ama Lozan sürecini doğrudan doğruya ilgilendiren belgeler pek yok. Özellikle İngiliz Hava Kuvvetleri arşivinde 1919-1934 yıllarını kapsayan dönem ile ilgili savaşa dair çokça istihbarat belgesi bulunmakta. Hindistan’da Kürtleri ilgilendiren bazı belgelerin olduğu söylenmekte. Ki olma ihtimali çok yüksek bir durum. Bahsi geçen dönemde (1919-1923) Kürtler de dahil Ortadoğu‘nun tümü İngiltere’nin Asya Sömürgeler Genel Valiliği‘nin merkezinin olduğu Hindistan’a bağlıydı. Kürtler ile ilgili bütün raporlar önce Hindistan Sömürgeler Valiliği‘ne gönderliyordu ve daha sonra oradan Londra’ya yollanıyordu. Ama bazı belgelerin Londra‘ya gönderilmediği ve Hindistan’da olduğu bilinmekte. Lozan Antlaşması maddeleri dışında, Konferans tartışma içeriği diyalog kayıtları ve tutanaklar kamuoyu ile paylaşıldı mı? Bu kayıtlarda Kürtlerle ilgili ne tür tezler yürütüldü ve bu konuda Türkler hangi anti tezleri ileri sürdü? 22 Kasım 1922’de başlayan Lozan Konferansları sürecinde gerek İngiltere, Fransa ve gerekse Ankara Hükümeti temsilcileri karşılıklı olarak Kürt olgusunu istenilen siyasal amaca ulaşmak için çok sıkça kullandılar. Daha doğrusu Lozan Antlasmasına giden sürec ile ilgili Ankara ile Güneydeki sınırların belirlenmesi ile ilgili konularda yapılan tartışma metin ve taslaklarından öğreniyoruz. Fransa ile Suriye sınırının belirlenmesi ve İngiltere ile Irak sınırının çizilmesi konusunda yapılan tartışmalar ve konuşmalarda bazı Kürt aşiretlerinin dahil edildiği görülmekte. Yani bahsi geçen Kürt aşiretlerinin sınırın hangi tarafında yer alacaklarına dair konularda anlaşamıyordular. Lozan Konferansları‘nda yapılan tartışmalarda Kürt meselesi, Kürtlerin hakları ve Kürtlerin uluslararası hukukundan uzak durularak, Kürt meselesinin tartışma konusu yapılmaması özenle tercih edildi. İngiltere, Fransa ve Ankara Hükümeti Kürt meselesi konusunda ortak hareket ettiler. Lozan Antlaşması ile ilgili hemen hemen bütün kayıtların yayınlandığını söylemek mümkündür. “M. Kemal’in talimatı doğrultusunda iki Kürt Mebus Türk heyetine diplomatik destek sunmak için Lozan Konferansı’na gönderildi” Ankara Hükümeti‘nin Lozan Antlaşmasındaki ana tezlerinden biri; 1920’de dillendirilen Misak-i Milli sınırlarına ulaşmaktı. Ankara hükümeti bir yandan Osmanlı İmparatorluğunu inkar ederken, diğer taraftan Lozan’da Osmanlı devletine ait toprakların varisi olduklarını dillendiriyordu. Kürtler ile bir sorunlarının olmadığını ve Kürtler ile kardeş olduklarını dile getiriyorlardı. Örneğin: Lozan Konferansına M. Kemal’in talimatları doğrultusunda iki Kürt Mebus, Türk heyetine diplomatik destek sunmak için gönderildiler. Bu iki Kürt mebusu, Lozan Konferansının azınlıklar bölümüne alınarak “Biz Kürtler, Türklerle kardeşiz, ayrılmak istemiyoruz, aramızda bir fark yoktur” deyip Konferans salonunu terkederek, Ankara’ya geri gönderildiler. Lozan Antlaşması sürecinde Kürtler ve Ermenilerin aynı topraklar üzerinde statü istemeleri Kürtler açısından ne tür olumsuz durumlar yarattı? Ermeniler 1878 Berlin Antlaşması sürecinden sonra uluslararası diplomatik antlaşmalara bir sorun olarak konu olmuşlardı. Özellikle 1914 “Şark Islahat Projesi’nde‘‘ Ermeni cemaatinin hakları fazlasıyla öne çıkarıldı. Bu siyasal sürecin devamını Paris Konferansı (1919) ve Sevr Antlaşmasında (1920) görmekteyiz. Yani bu antlaşma, konferans ve projenin içeriklerine bakıldığında, Kürtler ve Ermeniler arasında toprakların paylaşımına dair büyük sorunlar ortaya çıkardığını görmekteyiz. “Ermeni sorunu Lozan Antlaşmasına varmadan, Ankara hükümeti ile değişik periyotlarda yapılan antlaşmalarla kısmi olarak çözüldü“ Ermeni sorunu Lozan Antlaşmasına varmadan, Ankara hükümeti ile değişik periyotlarda yapılan antlaşmalarla kısmi olarak çözüldü. Örneğin, Ankara hükümeti ve Ermenistan arasında 1920’de “Gümrü antlaşması“, 1921 “Kars Antlaşması“ ve yine 1921 ‘’Moskova Antlaşması‘‘ ile sınırlardaki sorunlar çözülmüştü. Anadolu ve Kürt coğrafyasında yaşayan Ermenilerin sorunları, Lozan Antlasmasının azınlık hakları adı altında ele alınarak, bütün hakları koruma altına alındı. Ermeniler ile Kürtler arasında toprak meselesi, 1880 den sonra iki cemaat arasında zaman zaman tartışma konusu olmuş ise de pek ciddi bir sorun haline gelmemişti. Lozan Antlaşmasında iki cemaatte temsil edilmediği için aynı topraklar üzerinde hak iddia etme ve statü isteme gibi konuların gündeme gelmesi mümkün olmadı. Kürtler ve Ermeniler 1913-1918’e kadar Birinci Dünya Savaşı sürecinde yaşanmış bir çok acıların ve zulümlerin kurbanı oldular. Her iki cemaat de 20. Yüzyılın başında kendilerine reva görülen o acıları ve zulümleri unutmamaktadırlar. TBMM’nin 1921 yılında kabul ettiği Anayasa hükümlerinde ‘’yeni Türkiye Cumhuriyeti Bölgelere (Eyaletlere) ayrılır ve özerk idare edilir’’ maddesinin bulunması Lozan Antlaşması kararlarında Kürtlerin istemlerinin kararlara yansıyamamasının nedeni olarak belirtilir. Kürtler burda nasıl bir tuzağa çekildi? Birinci Teşkilat-ı Esasiye kanunu (1’inci Meşrutiyet) 1876’da ilan edildi. İkinci Meşrutiyet’in (Temmuz 1908) ilanı ve son Osmanlı anayasası olan merkezi yönetimden çok yerel yönetimi öne çıkaran, 1921 ‘Teşkilat-ı Esasiye’nin siyasal güç kazanmaya çalışan Ankara Hükümetinin amacına ulaşmak için uyguladığı bir siyasi manevra yöntemi olduğunu söylemek mümkün. Ankara Hükümeti etrafında hareket eden grup ‘Teşkilat-i Esasi’ ile herkesimin yani Osmanlı da yaşayan bütün cemaat ve azınlık gruplarının, Padişah taraftarlarının ve Kürtlerin desteğini alarak, Türkler için kurulması tasarlanan ulusal devlete hem iç politikada ve hemde uluslararası diplomaside kolaylıklar sağlamaya çalışıyordu. Bu anayasada Padişahın mührü kullanıldı. Ama 1921 anayasasının hayata geçmemesi için de özenle çaba harcadıkları bilinmekte. Ki sonuçta 1921 anayasası hiç bir işlev görmeden 1924’de yürürlükten kaldırıldı. Hiç yürürlüğe girmemiş olan bir anayasa da Kürt haklarından bahsetmenin doğru olmadığını düşünüyorum. Kürtler ağırlıklı olarak bu süreçte Osmanlı devleti ile olan ortaklık, Osmanlılık ve Müslümanlik (millet-hakime) bağı ile hareket ettikleri için, Ankara Hükümetinin siyasi taktik manevralarını ve siyasi amaçlarını göremediler. 1924’e gelindiğinde Ankara hükümetinin yaptıklarına karşı çok geç kaldıklarının farkına vardılar. Lozan Antlaşması öncesi M. Kemal 18 Ocak 1923 yılında İzmit’te yaptığı konuşmada,“ Musul bizim için çok kıymetlidir. Birincisi, civarında sonsuz servet teşkil eden petrol kaynakları var. İkincisi bunun kadar önemli Kürtlük meselesi. İngilizler orada bir Kürt Hükümeti oluşturmak istiyor. Bunu yaptıkları takdirde bu fikir bizim sınırımız içindeki Kürtlere de sirayet edebilir. Bu fikre engel olmak için sınırı Güneyden geçirmek lazımdır.” diyor. Burdan da anlaşılacağı üzere Türkiye‘nin Musul’a karşılık olarak Güney Kürdistan’a İngilizlerin statü vermesini engellediğini söyleyebilir miyiz? Yukarıda belirtiğim gibi Lozan Konferansları sürecinde gerek İngiltere, Fransa ve gerekse Ankara Hükümeti temsilcileri karşılıklı olarak Kürt olgusunu amaca ulaşmak için çokça kullandılar. Musul-Kerkük bölgesi de bu tartışmaların en önemli boyutunu oluşturdu. İngiltere’nin “Kürdistan’ı“ kurma gibi bir derdi yoktu. Ama Kürt meselesini kullanarak, 1926’da Ankara Antlaşması ile Musul-Kerkük bölgesinin sahibi oldu. Mustafa Kemal’in İzmit’te Ocak 1923’te yaptığı konuşma sırasında Güney Kürdistan sınırları İngilizler tarafından havadan ve karadan bombalanıyordu. İngilizlerin Kürtlere statü verme gibi bir niyetleri yoktu. Ama Türkiye’nin Kürtlere karşılık Musul-Kerkük bölgesinden vazgeçtiğini söyleyebiliriz. Türkiye‘nin halen Kürtler sözkonusu olunca tavizkar davrandığı bilinen diplomatik anlayıştır. Lozan Antlaşması sonrası, Türkiye Meclisi 22 Ağustos 1923 tarihinde anlaşmayı imzaladı. İngilizlerin antlaşmayı imzalama şartı olarak Türklerin hilafeti kaldırmasını istediği belirtiliyor. Türkler 3 Mart 1924’te hilafeti kaldırdı. Ardından İngilizler 10 Mart 1924’te Avam Kamarası’na, Lozan Antlaşmasını tastik için sundu. Türkiye’de hilafetin kaldırılması, Lozan’da ingilizlerin dayattığı şartlardan biri midir? Ankara Hükümeti İngilizler istese veya istemese de çıkarları gereği zaten 1923 sonrasında Hilafeti kaldıracaktılar. Osmanlı devletindeki Hilafet anlayışı ulus devleti veya ırkçılığı red ediyordu. Bu durum Ankara Hükümetini çok rahatsız ediyordu. Bu yüzden 1922’de saltanatı kaldırdılar, Sultanı ve Osmanlı hanedanlarının sahip oldukları sınırların dışına çıkardılar. Böylece devletin mührünün sahibi oldular. Hilafette buna bağlı olarak kaldırıldı. Elbetteki Hilafet İngilitereyi de rahatsız ediyordu. Çünkü Hilafetin gücü Hindistan’a kadar uzanıyordu ve durum İngilizleri huzursuz kıldığından, kaldırılması gerekli bir siyasi durum olarak görüyordular. Lozan Antlaşmasında şart olarak öne sürmediler, ama karşılıklı çıkarlar gereği kaldırılması gerektiğini Ankara Hükümetine bildirdiler. Uluslararası anlaşmaların yüz yıllık anlaşmalar olduğu belirtiliyor. Yüz yıl sonra tarafların itirazı olursa yeniden ele alınacağı söyleniyor. Türkiye eski sınırlarına geri dönmek için, 2023 yılında anlaşmayı güncellemeyi düşünüyor. Hukuken bu mümkün müdür? Türkiye’nin bunu başarma şansı var mıdır? Tarihsel olarak yapılmış olan antlaşmalara bakıldığında, Uluslararası yüzyıllık antlaşmaların hükümsüz hale gelmesinin ana nedenlerinden biri savaşların sonucuna göre olduğunu görmekteyiz. Barışçıl yöntemlerle çok nadir antlaşmalar hükümsüz kılınmıştır. Türkiye Ortadoğudaki kargaşaları, savaşları ve düzensizliği görüyor, bu durumdan yararlanmaya çalışıyor. Ortadoğu haritası yeniden bir yüzyıla damga vuracak şekilde yapılacak antlaşmalarla düzenlenebilir. Belkide Ortadoğu ve Kürt coğrafyası tıpkı 1916’da Sykes-Picot gizli antlaşmasına benzer gizli antlaşmalarla paylaşıldığını ve uygun zamanlarda açık antlaşmalarla teyit edileceğini tahmin etmek mümkündür. Örneğin bu durumu Amerika ve Rusya ilişkilerinde görmek mümkün. Rusya ve Amerika‘nın, Ortadoğu‘da girdikleri alanlar da birbirlerini rahatsız etmediklerini görüyoruz ve bu durumda gizli antlaşmalara işaret etmekte. Türkiye’nin bu çatışma ortamlarından başarı elde edeceğini pek tahmin etmiyorum. Çünkü Ortadoğu‘da çok güclü çıkarları olan Rusya, Avrupa Birliği, Amerika ve Çin gibi devletlerin Türkiye’ye müsaade etmeyeceklerini düşünüyorum. Ben bir hukukçu olmadığımdan, hukuki zeminde neler olabileceğini bilemiyorum. Buna ancak uluslararası antlaşmalar ve diplomasi hukukunda uzman olan kişiler cevap verebilir. Beni ilgilendiren tarihsel ve tarihi vesikalar ışığında konuyu bilgi sınırlarım dahilinde açıklamaya çalışmak. Kürtlerin resmi olarak taraf olmadığı ancak fiiliyatta bu antlaşmalar sonucunda ağır bedel ödediği gözönünde bulundurulduğunda, yüz yıl sonra bu anlaşmalara karşı evrensel hukuk belgelerine göre, Kürtlerin bundan doğan hakları var mıdır? Skyes-Picot Anlaşması ve Lozan Antlaşmasına itiraz edebilirler mi? 1990’dan beri Kürt cografyasının da dahil olduğu Ortadoğu Bölgesi‘nde savaşlar ve çatışmlar sürmekte. Irak’ta 1991 ve 2003’te yürütülen savaşlar sonucunda Güney Kürdistan’da uluslararası statüsü olmayan ve Kürtlerin yararına olan bir siyasi oluşum ortaya çıktı. Yani ödenen bedeller sonucunda belli haklar elde edildi. Bütün evrensel hukuk belgelerine göre Kürtler her türlü hakka sahiptirler. Ama Evrensel hukuk belgeleri Kürtler için hiç bir zaman belirleyici ve tayin edici olmadı. O yüzden Kürtlerin Ortadoğu‘daki çatışmaları ve Kürt coğrafyasında çıkarları için devletleri iyi takip etmeleri gerekiyor. Yoksa tıpkı 1924’de Ankara Hükümetini anladıklarında geç kaldıklarını fark ettikleri siyasi pozisyona düşerler. Bunun da diplomatik anlamda telafisi çok zor ve yüzyıl daha başkalarının boyunduruğu altında zulüm ile yaşama anlamına gelmektedir. 1916’da gizli olarak yapılan Skyes-Picot antlaşması günümüzde zaten uluslararası hükmü olmayan bir taslak niteliğini taşımakta. Yani hükümsüz. Ama Lozan antlaşması uluslararası bağlayıcılığı olan bir metin. Kürtlerin itiraz hakını başta Kürt siyasetçilerine ve uluslararası antlaşmalarda uzmanlaşmış Kürt hukukçularına sormak gerekiyor. Bana göre Kürtler eğer kendilerine yüzyıldır yapılan haksızlıkları bertaraf etmek istiyorlarsa, kendi haklarını yok sayan antlaşmaları yok hükmünde saymak için çaba harcamalıdırlar. Lozan Anlaşması’nın 39/4 maddesine göre, Her hangi bir Türk uyruğunun gerek özel gerekse ticaret ilişkilerinde, din, basın ve her türlü yayın ilişkilerinde, açık toplantılarında dilediği bir dili kullanmasına karşı hiç bir kısıtlama konulamayacağı belirtiliyor. Öyleyse bu maddeye göre, Kürtlerin kendi dillerini kullanamamaları veya yasaklanması bu yasanın ihlali sayılmaz mı? Yani Lozan taslağında bu tür bilgiler mevcut. Ama 1923’den beri dolaylı olarak Kürt dilini ve kültürünü ilgilendiren maddeler, hiç bir zaman uygulanmadı ve antlaşmaya imza atan devletler tarafından ne ilgi gördü ne de takip edildi. Buna karşılık azınlık haklarıyla ilgili bölümler Ankara Hükümeti tarafından uygulanıp veya uygulanmadığına dair metinler hep takip edildi. Bu konularda Ankara Hükümetine sık sık baskıların yapıldığı biliniyor. Ama Kürtler konusunda hiç hasas davranılmadı. Türkiye hükümeti Lozan antlaşmasına imza atan devletlerin büyük desteği ile Kürtleri Türk ilan ederek, tümden inkar etti. Yani cezai, zulüm ve sürgün etme gibi tedbirlerle varlığı olmayan bir milletin dili de yok sayıldı. 20‘inci yüzyıl boyunca Kürt diye bir millet ve Kürt dili diye bir dil yoktu.
Comments